29 Aralık 2009 Salı

Arınç'a suikast için kurulmadılar!


Bülent Arınç'a suikast iddiasıyla basılan ve aranan Seferberlik Tetkik Kurulu, aslında Türkiye'ye özgü değil. Bu birim, NATO'nun tüm Avrupa'daki örgütlenmesinin bir parçası. Niye kuruldu bu birim?


Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast düzenlemek istedikleri iddia edilen iki TSK mensubunun yakalanmasının ardından polis, Ankara’da Özel Kuvvetler Komutanlığı Seferberlik Ankara Bölge Başkanlığı’nı bastı ve burada aramalar yapıyor. Peki ne işe yarar bu Seferberlik Tetkik Kurulu?

1952'den bu yana çeşitli isimler altında faaliyet gösteren Seferberlik Tetkik Kurulu, ülke içindeki birtakım devlet provokasyonlarının örgütleyicisi oldu. Bunların en bilinenlerinden, 1955 yılında Selanik’te Mustafa Kemal’in doğduğu evin bombalandığı iddiasıyla başlayan ve İstanbul’daki azınlıkların mallarının yağmalanmasıyla sonuçlanan 6-7 Eylül olayları için Emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül olayları için “Özel Harp Dairesi’nin işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi” demişti.

Aynı birim, Kıbrıs’ta sayısız kirli eyleme imza atan Türk Mukavemet Teşkilatı’nın kurulmasında rol oynayan başlıca aktördü. Ancak, hepsinden önemlisi, bu özel operasyon gücü, ülke içinde sola karşı mücadele ediyordu. Bu birim, ülke içinde sayısız fail-i meçhul cinayeti, bombalamayı, provokasyonu yerine getirdi.

Ancak Seferberlik Tetkik Kurulu, Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler Komutanlığı gibi çeşitli isimler taşıyan bu birimlerin sadece Türkiye’de değil, tüm Avrupa’da nasıl aynı zamanda kurulduklarını ve ne işe yaradıkları bazı örneklerle ortaya çıkıyor.

Naziler’den CIA’ya devrolan miras

27 Aralık 2009 Pazar

Büyük katliamın ve direnişin yıldönümü

İsrail Ordusu'nun Gazze kentindeki Filistinlilerin üzerine ölüm yağdırmasının üzerinden tam 1 yıl geçti.


27 Aralık 2008 günü İsrail Ordusu Filistin'e yönelik en kanlı saldırılarından olan "dökme kurşun operasyonu"nu başlatmıştı. Adını İkinci Dünya Savaşı'nda Yahudilerin çektiği acıları anlatan bir şiirden alan operasyon, Nazilerin Yahudilere yaptığını, İsraillilerin Filistinlilere yapması olarak eleştirilmişti.

Katliam 18 Ocak'ta İsrail'in ateşkes ilan etmesiyle son bulduu ve geride 1417 ölü, harabeye dönmüş 4 bin ev ve sudan bile mahrum bırakılan 400.000 bin Filistinli bıraktı.

Katliamın sorumlusu direniş değil, işgal


Katliamın nedeninin İsrail işgaline direnen Filistinli örgütlerin "taktik hatası" olduğu iddia edildi. Batı Şeria'daki karargahında bir intifadayı önlemekle övünen Fetih Lideri Mahmud Abbas'ın ilk çıkışı da bu yöndeydi. Abbas'a göre Gazzeliler Hamas'ın hatalarının bedelini ödüyorlardı. Daha sonra İsrail'i uluslararası Savaş suçluları mahkemesinden de kurtaran Abbas'ın daha sonra ortaya çıkan haberler ve raporlarla Gazze katliamını önceden bildiği ve İsrail saldırısı altında Hamas'ı iktidardan indirmeye çalıştığı da ortaya çıktı. Haberlere göre o dönem İsrail Başbakanı olan Ehud Olmert ile görüşen Abbas, Batı Şeria'daki toprak paylaşımını bile yapmıştı. Dahası Gazze'de bulunan Fetih üyelerinin İsrail uçaklarına istihbarat sağladığı da ortaya çıktı.

Katliamın gerekçesi Hamas'ın 18 Aralık'ta altı aylık ateşkesi yenilememesi olarak lanse edilmeye çalışıldı. Ancak ateşkes süresi boyunca İsrail Gazze'ye yönelik ablukayı sıklaştırdığı gibi, yerleşim yapımına devam etmiş ve yüzlerce Filistinliyi öldürmekten çekinmemişti. 2005 ve 2007 yılları arasında dünyada metrekare başına düşen insan sayısının en fazla olduğu kentlerden olan Gazze'ye İsrail ordusu top atışı yapmış, bu nedenle 59 Filistinli yaşamını yitirmiş 270 Filistinli de yaralanmıştı. Birleşmiş Milletler Raporları'na göre aynı dönemde bütün Filistin'de 1735 kişi İsrail Ordusu tarafından öldürüldü 8 bin 308 kişi yaralandı.

24 Aralık 2009 Perşembe

Maraş Katliamı 31. yılında...



Maraş katliamının 31. yıl dönümü, "faili Ergenekon" çarpıtmalarının gölgesinde ve Alevilere, AKP'nin "Alevi Açılımı" paketinden fırlayan katliam sanığı Ökkeş Şendiller kepazeliğinin yaşatıldığı günlerde anıldı.


31. yıl dönümü nedeniyle son birkaç gündür çeşitli etkinliklerle anılan Maraş Katliamı, "Ergenekon" ile açılan dönemde, ülke tarihinin yeniden yazılması ve devlet beslemesi eli kanlı sağcı örgütlerin aklanması girişimlerine konu edilen olaylardan biri olduğu için, bugün daha da önem kazanıyor.

AKP'nin, Alevilerin Cumhuriyetin tasfiyesi projesine eklemlenmesi yolunda attığı "Alevi Açılımı" adımının ikiyüzlülüğünün nişanesi olarak, davanın bir numaralı sanığı Ökkeş Şendiller'in geçtiğimiz günlerde yapılan 6. Alevi Çalıştayı'na davet edilmesi de, Maraş Katliamının anıldığı bugünlerde, AKP'nin geçmiş iktidarların yolundan devam ettiğine iyi bir kanıt oluşturuyor.

Türkiye'de 12 Eylül darbesine zemin oluşturmaya yönelik provokasyonlarda, yüzlerce aydın, gazeteci, sendika lideri, sol partilerin üyeleri ve yöneticilerinin, 12 Eylül sonrasında da yine ilerici ve solcuların yanı sıra Kürt ulusal hareketinde yer alanların da yoğun bir şekilde "faili meçhul" cinayetlerle katledilişinin habercisi sayılabilecek Maraş Katliamı, 1978 yılının Aralık ayında gerçekleşti.

Birkaç güne yayılan ve 23-24 Aralık günlerinde, kadın, çocuk, genç, yaşlı yüzlerce insanın öldürülmesi, binlercesinin yaralanmasıyla tepe noktasına ulaşan ve bizzat devletin tüm kurumlarının işbirliği ve MHP üyesi ülkücülerin tetikçiliği sonucu kent halkının galeyana geldiği katliamda, saldırıların hedefi Aleviler oldu.

Katliam nasıl tezgahlandı

Maraş Katliamı, devlet destekli ülkücü çetelerin ve dinci-gericilerin düzenledikleri komplolar sonucu, resmi rakamlara göre 111, Alevi kaynaklarda dile getirildiğine göre ise 500'e yakın insanın yaşamını yitirdiği, binlercesinin yaralandığı ve kalıcı sakatlıklara uğradığı, kadınlara tecavüz edilip çocuklar ve yaşlıların öldürüldüğü insanlık dışı olaylarla tarihe kazındı.

17 Aralık 2009 Perşembe

Alexis Grigoropoulos

16 Yaşındaydı ve hep 16 yaşında kalacak.
Unutmadık.

1 yıl sonra, seni anıyoruz, unutmuyoruz.
Öfkemiz ve üzüntümüz halen içimizde.


FHKC gücünü gösterdi


FHKC'nin abluka altındaki Gazze Şeridi'nde düzenlediği miting kitleselliğiyle öne çıktı.


Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), 42'nci kuruluş yıl dönümünü Gazze'de düzenlediği kitlesel mitingle kutladı.

Hamas'ın kontrolündeki Gazze Şeridi'nin merkezi Gazze'de önceki gün “Zafere Kadar Birlik, İnat, Direniş” sloganıyla düzenlenen mitinge 70 bin kişinin katıldığı belirtildi. Ocak 2006'daki genel seçimlerde Gazze Şeridi ve Batı Şeria'dan toplam 42 bin oy alan FHKC'nin, 1,5 milyon nüfuslu Gazze Şeridi'nde düzenlediği mitingin kitleselliği dikkat çekti.

FHKC Siyasi Büro üyesi Rabah Muhanna, mitingde yaptığı konuşmada genel olarak direnişin ve özel olarak silahlı mücadelenin yükseltilmesi ve direnişin ulusal ölçekte koordine edilmesi çağrısında bulundu. Yaklaşık 20 yıldır sürdürülen “müzakere” sürecinin çıkmaza girdiğini belirten Muhanna, bu durumun Filistin'deki tüm siyasi güçlerce kabullenilmesi gerektiğini söyledi ve İsrail'le güvenlik konusunda yapılan tüm koordinasyon çalışmalarının sona erdirilmesini istedi.


Muhanna tüm Filistinli siyasi güçleri, Filistin'in ulusal çıkarları için, başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin devleti, kendi kaderini tayin hakkı ve Filistin toprakları dışındaki mültecilerin geri dönmesi temelinde birlik olmaya çağırdı. Muhanna FHKC'nin İsrail ve ABD liderliğindeki emperyalist cephe yenilene kadar devrimci mücadelesini sürdüreceğini vurguladı.

Muhanna konuşmasının sonunda Filistin bayrağına gönderme yaparak ulusal birlik çağrısını yineledi: Hamas'ın yeşili, El Fetih'in beyazı, İslami Cihat'ın siyahı ve FHKC'nin kızılı...

Mitingde söz alan çok sayıda konuşmacı arasında şu anda işsiz olan Filistinli işçi Muhammet Halidi de vardı. İşgalin ve ablukanın yarattığı işsizliği ve yoksulluğu gündeme getiren Halidi, “Bugün işçiler olarak Siyonist savaş aygıtına, haksız ablukaya ve öldürücü işsizliğe karşı kararlılığımızı vurgulamak için buradayız” diye konuştu.


12 Aralık 2009 Cumartesi

Mahkeme "rahat" karar verdi


DTP'nin kapatma davası, öncesindeki bütün gerilime karşın, Anayasa Mahkemesi'ni zorlamadı. AKP'nin "kapansın" işaretine, Tokat saldırısının karardan bir gün önce üstlenilmesi ve Öcalan'ın "dünyanın sonu değil" açıklaması eklenince "kapatma" kolaylaştı.


Anayasa Mahkemesi 4 gün süren görüşmelerin ardından dün akşam saatlerinde Demokratik Toplum Partisi'ni (DTP) kapatma kararı aldığını açıkladı. DTP hakkındaki kapatma davası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 16 Kasım 2007 tarihinde açılmıştı. Dava açıldıktan 2 yıl 26 gün sonra verilen kapatma kararı oy birliği ile alındı.

Kararı açıklayan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç DTP'nin, eylemleri yanında, PKK ile bağlantıları da değerlendirildiğinde, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiği anlaşıldığından, Anayasa'nın 68 ve 69. maddeleriyle 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun 101 ve 103. maddeleri gereğince kapatılmasına oybirliğiyle karar verildiğini söyledi.

Kapatma kararı ile birlikte DTP Genel Eşbaşkanı Ahmet Türk ve Diyarbakır Milletvekili Aysel Tuğluk'un milletvekillerinin düşürülmesine, Türk ve Tuğluk dahil 37 kişiye 5 yıl boyunca siyaset yasağı getirilmesine ve DTP'nin tüm malvarlığının da Hazine'ye devredilmesine karar verildiği açıklandı.

İddianamede ise Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'un yanısıra DTP milletvekilleri Sebahat Tuncel, Osman Özçelik, İbrahim Binici, Selahattin Demirtaş, Sevahir Bayındır ve Fatma Kurtulan'ın da aralarında bulunduğu 221 parti üyesi için siyasi yasak kararı alınması isteniyordu. Yasak kararı için "ılımlı kanat" olarak nitelendirilen Türk ve Tuğluk'un neden seçildikleri merak ediliyor.

5 Aralık 2009 Cumartesi

TRT'nin balığı aslında evrimi destekliyor


Bilim insanları, TRT'de "Evrimi bitiren balık" olarak sunulan ve bir skandalın patlamasına meydan veren habere konu edilen coelacanth türü balıkta evrimin izlerinin görüldüğünü açıkladılar.

Üniversite Konseyleri Derneği Evrim Sürüyor Çalışma Grubu, TRT'de "evrimi bitiren balık" olarak sunulan coelacanth türü balıkla ilgili bir açıklama yaptı. Bilimsel veriler sunan açıklama şu şekilde:

"Bir kamu kuruluşu olan TRT‘de geçtiğimiz günlerde “Darwin’i bitiren balık” başlığı ile sunulan “evrim” haberi yayınlanmıştır. Hiçbir bilim insanına danışmadan böyle asılsız haberler yapılması, evrim ve bilim konusunda yürütülen dezenformasyonun bir ayağı olarak işlev görmüştür. Biyolojinin farklı alanlarında çalışan bilim insanları olarak Coelacanth’ın bilimsel boyutunun kamuoyuna duyurulmasını önemli görüyoruz.

1 Aralık 2009 Salı

Son Padişah Aziz Yıldırım



Aziz Yıldırım´ın veya yönetiminin ara sıra "hata yapması" diye bir olay söz konusu değil ki! Aziz Yıldırım´ın Fenerbahçe kulübüne bakışı kendi başına bir hata. Başkan için insan ya da kurumlara serbest pazar kuralları dışında bir bakışın söz konusu olduğunu zannetmiyorum. Kâr maksimizasyonu‚ piyasada rekabet etmek gibi kriterleri var bence sadece. İnsan merkezli ya da tribün kültürü/futbol kültürü ile en ufak bir kaygısı ya da bu konuları irdelemekle bir ilgisi olmadığı ortada. Futbol kültürün zaman içinde nasıl geliştiği‚ tribünün ne demek olduğu başkanı ilgilendirmiyor.


Bildiğini düşündüğü kapitalist ekonomi kuralları ışığında kafasında oluşturduğu Fenerbahçe kulübü/Fenerbahçe taraftarı kavramları var. Kulüp onun gözünde sürekli karını ve ekonomik rekabetçiliğini artırması gereken bir şirket. Taraftar da bu şirkete ve şirket müdürü olarak kendisine koşulsuz biat ve hizmet etmesi gereken robotlardır. Fenerbahçe taraftarı şirketin müdürünü eleştiremez (bkz. pankart yasakları)‚ şirket yönetiminin yönetme tarzını da eleştiremez‚ değeri de Fenerbahçe şirketine yapacağı parasal katkı kadardır. Aziz Yıldırım yönetimi için Fenerbahçe bir serbest piyasa oyuncusu bir şirkettir‚ taraftar da kendini şirket ve onun yöneticisine adamış çalışanlardır. Kafalarına göre hareket edemezler‚ isyan edemez‚ tepki gösteremezler. Çünkü bu tip durumlarda piyasada şirketin değeri düşebilir; müdürün otoritesi sarsılabilir.

30 Kasım 2009 Pazartesi

Gerilla liderliğinden devlet başkanlığına

Uruguay’daki seçimlerde Geniş Cephe’nin adayı eski gerilla José Mujica yüzde 51 oyla başkanlığa seçildi.

Uruguay’da ilk turda Geniş Cephe’nin yüzde 48 oy alması ve mutlak çoğunluk sağlayamaması nedeniyle ikinci tura kalan seçimlerde Geniş Cephe’nin adayı José Mujica oyların yüzde 51’ini alarak başkanlığa seçildi.
2005’ten beri ülkede yine Geniş Cephe’den seçilmiş olan Tabaré Vazquez başkanlık görevini yürütüyordu. Vazquez’in başkanlığı sırasında ülke üç sene yüzde 7 ekonomik büyüme oranı yakalamış, işsizlik ülke tarihinin en düşük seviyesine inmişti. José Mujica, Tabaré Vazquez’in politikalarına devam edeceğini açıkladı. Mujica, Vazquez’in ekonomi bakanı Danilo Astori’yi bu görevde tutacağını şimdiden ilan etti. Astori, ekonomi bakanlığı döneminde Wall Street tarafından “övgüye değer” bulunmuştu.
3 milyon 350 bin nüfusa sahip ülkede Geniş Cephe’nin destekçileri, Mujica’nın zaferini kutlamak için Montevideo’da toplandılar. Burada halka seslenen Mujica, Uruguaylılar’ın sorunlarına sırtını dönmeyeceğini ve kara günlerinde yanlarında olacağını söyledi. Başkanlık görevinin geçici olduğunu, kalıcı olanın halk olduğunu vurgulayan Mujica, “İktidarın yukarıda bir yerlerde olduğuna inanan ve iktidarın büyük kitlelerin yüreklerinde olduğunu anlamayanlar var” dedi. Programatik konuşmalar yapmanın zamanı olmadığını belirten Mujica, halka teşekkür etti.
Gerilla liderliğinden devlet başkanlığına
74 yaşındaki Mujica, altmışlı ve yetmişli yıllarda Tupamaros gerilla hareketinde yer almış, 1973-1985 arasındaki askeri diktatörlük döneminde uzun süre hapiste yatmıştı. “Pepe” olarak da bilinen Mujica, diktatörlüğün elinde olduğu sürede çok kötü muamele görmüş, iki sene boyunca bir kuyunun dibinde kalmıştı. Mujica, Tupamaros hareketiyle diğer birçok sol örgütün bir araya gelerek Geniş Cephe’yi kurmasında etkin rol oynamıştı. Geniş Cephe 2005’te Tabaré Vazquez’i başkanlığa seçtirdiğinde, ülkede yüz yıldır süren sağın iktidarı ilk defa kırılmıştı.

“Lula’nın izinden gideceğim, Chávez’in değil”
Eski radikal geçmişini bir tarafa bıraktığını söyleyen Mujica, seçimlerden önce ülkeyi ılımlı bir çizgiyle yöneteceğini açıklamıştı.Sağdan kendisine yöneltilen “Chávez’in çizgisine girme” eleştirisini reddeden Mujica, Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva’ya benzemeye çalışacağını söylemişti.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Çağdaş Hukukçular Derneği: Alaattin Karadağ’ın öldürülmesi münferit bir olay değildir!‏


Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul Şubesi, Alaattin Karadağ’ın İstanbul’un Esenyurt ilçesinde 19 Kasım 2009 akşamı polisler tarafından katledilmesine ilişkin yazılı bir açıklama yaptı.
Geçtiğimiz haftalarda Avcılar’da Özkan Gerçek ve Ömer Adıgüzel adlı iki devrimcinin polis tarafından kurşunlanması ve tutuklanmalarının hatırlatıldığı açıklama metninde Alaattin Karadağ’ın polis tarafından infaz edilmesinin münferit bir olay olmadığının altı çizildi.

ÇHD İstanbul Şubesi’nin açıklamasında ayrıca Karadağ’ın katledilmesinin ardından delillerin karartıldığı ve hukuk dışı uygulamalara başvurulduğu söylendi.

ÇHD İstanbul Şubesi’nin yazılı açıklamasının tam metnini sunuyoruz:

24 Kasım 2009 Salı

'Yeni Osmanlıcılık'a araştırma desteği

TESEV, Soros Vakfı, İngiliz ve Alman kuruluşlarının desteğiyle "Yeni Osmanlı" projesinin ne derece karşılık bulduğuna dair araştırma yapıyor. Amaçlardan biri de projenin faydalarını AB açısından değerlendirmek.
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) Dış Politika Programı tarafından hazırlanan "Ortadoğu'da Türkiye Algısı" başlıklı rapor, 20 Kasım Cuma günü düzenlenen bir basın toplantısı ile kamuoyuna duyuruldu.
Rapor, 24 – 29 Temmuz 2009 tarihleri arasında Mısır, Ürdün, Filistin, Lübnan, Suudi Arabistan, Suriye ve Irak'tan oluşan yedi Ortadoğu ülkesinde gerçekleştirilen anketlerin sonuçlarını sergiliyor. Anketlerin Irak’ta yüz yüze mülakat teknikleri kullanılarak, diğer ülkelerde ise telefonla ve toplamda 2.006 kişi ile gerçekleştirildiği belirtiliyor.

Yayınlanan raporun aslında araştırmanın "ilk etabı" olduğu, önümüzdeki süreçte bölgeden ve bölge dışından uzmanların katılacağı bir atölye çalışması ve derinlemesine mülakatlarla güçlendirilecek bir başka akademik raporun hazırlanacağı bilgisine de yer veriliyor. Sonuçta ortaya çıkacak bulgu ve analizlerin başta Londra olmak üzere farklı yerlerde düzenlenecek toplantılarla ortaya konacağından bahsediliyor.

Maddi destek emperyalistlerden

TESEV tarafından hazırlanarak kamuoyuna duyurulan rapora katkı koyan kuruluşlar, Türkiye ve bölge ile bağlantıları düşünüldüğünde özellikle dikkat çekiyor: İngiltere Dışişleri Bakanlığı İkili İlişkiler Fonu, Friedrich-Ebert-Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği, Arap Demokrasi Vakfı ve Açık Toplum Vakfı araştırmaların gerçekleştirilmesinde ve raporun hazırlanmasında maddi destek sağlayan kuruluşlar.

"Yeni Osmanlıcılık" ve ABD planları ön kabul

13 Kasım 2009 Cuma

Korku toplumuna doğru



AKP’nin yargıya dönük müdahaleleri artmaya devam ediyor. Adalet Bakanlığı’nın “dinleme” yaklaşımları skandallara yol açarken sadece yargıya saldırmakla yetinmiyor korku toplumunun oluşmasına da hizmet ediyor.


Ankara 1. Sulh Ceza Mahkemesi Hakimliği’nin TİB'de (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı) yaptığı inceleme sonrasında Yargıtay Başkanlığı’nın santral numaralarının dinlenildiği belirtildi. Santral dinlemesi nedeniyle Yargıtay'da görevli 250 hakim ve savcının telefonlarının da dinlenme olasılığının oldukça yüksek olduğu ortaya çıktı.

Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz, telefon dinlemeleriyle ilgili olarak, TİB "HTS" kayıtlarının yeniden incelenerek, bunlara ilişkin mahkeme kayıtlarının olup olmadığının tekrar araştırılmasını isterken Adalet Bakanlığı’ndan da “dinleme” açıklaması geldi. Açıklamada sık sık kamuoyunun yanıltıldığı iddia edilirken dinlemenin de aslında teknik nedenlerle yapılamadığı bu durumda bu sonuçların asılsız olduğu söylendi.

Dinlendiği ortaya çıkan en şaşırtıcı isim İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin. Engin şu anda Ergenekon soruşturmasını yürüten en tepedeki isim. Adalet Bakanlığı’nın bu dinleme kararı için nedeni "Örgütün yargıya sızma girişimi"... Bakanlık birçok hakim ve savcının örgütle bağlantısı olduğu iddiasıyla dinlenmesini istemiş.

Başka kimler dinlendi?

YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’na ait 11 ayrı telefonun dinlenip dinlenmediğine yönelik TİB’de inceleme yapıldığı belirtilirken, dinlenen telefonlar arasında Yargıtay Başkanlığı santral numarasının da bulunduğu ortaya çıktı. Buna göre 250 hakim ve savcı dinlenmiş olabilir. Bakanlığı’nın meslekten ihracını istediği Osman Kaçmaz’ın telefonlarının dinlenebilmesi için ise Sincan Adliyesi santral numarasının da dinlemeye alındı. Ayrıca emekliye ayrılan Ali Çakır, Mecit Ceylan, savcılar Ünal Karabeyoğlu, Kadir Ünal, Mahmut Kaya, Murat Yiğit, Fikret Ünalan ve Hakan Kızılarslan’ın da aralarında bulunduğu onlarca savcının telefonunun dinlendiği anlaşılmış oldu.

6 Kasım 2009 Cuma

1917 Ekim Devrimi

Lenin, "tarihin en büyük buluşu yapılmış, proleter tip bir devlet yaratılmıştır." diyor Ekim devrimi ertesinde.



Ekim devrimi:
"İlk kez burjuva olmayan bir devlet keşfedildi"

Burjuvalara göre onlar; "baldırı çıplak"tılar. Yönetmeyi ne bilirdi onlar, Yönetmek burjuvaların işiydi. Onlar burjuvazinin için çalışıp, burjuvalar için üretmeliydiler.

7 Kasım (eski takvime göre 24 Ekim) 1917'de bunun böyle olmadığına tanık oldu tüm dünya. Üreten ve yaratan baldırı çıplaklar devrimle iktidarı alaşağı edip "biz yöneteceğiz" diyerek burjuvaların, kulakların saltanatına son verdiler.

Öyle ya baktığında şu yeryüzünde sonradan yapılan neyi görüyorsan, o emekçi ellerin ürünü değil miydi? Kim yapıyor devasa yapıları, yolları, köprüleri, sarayları?... Kim çalışıyor tarlada, kim sürüyor toprağı? Makineleri kim yapıyor? Kim dokuyor o kumaşları. Madenleri kim çıkartıyor yüzlerce metre yerin altından?

Üreten ve yaratan onlardır! Neden yönetemesinlerdi.

Ekim devrimi bu soruların ve daha yüzlerce sorunun tek bilimsel cevabıdır.

***
Lenin, "tarihin en büyük buluşu yapılmış, proleter tip bir devlet yaratılmıştır." diyor Ekim devrimi ertesinde. Ve bu buluşu şöyle anlatıyor; "Yeryüzünde hiçbir güç Sovyet devletinin yaratılmış olduğu gerçeğini yok edemez. Bu tarihsel bir zaferdir. Yüzlerce yıldır devletler burjuva modele göre yaratıldı ve ilk kez burjuva olmayan bir devlet keşfedildi. Yönetim aygıtımız bozuk olabilir; ama icat edilen ilk buharlı makinenin de bozuk olduğu söyleniyor. Hatta hiç kimse bu buharlı makinenin çalışıp çalışmadığını bilmiyor; ama önemli olan bu değil; önemli olan buharlı makinenin bulunmuş olmasıdır. İlk buharlı makinenin hiçbir işe yaramadığını varsaysak bile, somut gerçek, bugün artık buharlı makinelere sahip olduğumuz gerçeğidir. Yönetim aygıtımız çok bozuk olsa bile, onun yaratılmış olduğu gerçeği değişmez..." (Lenin)


6 KASIM YÖK PROTESTOSU



YÖK KALDIRILSIN !

3 Kasım 2009 Salı

Bandista Popüler Propaganda Komiserliğinden Bildirilmektedir



İlk hamlesini 2008 Haziran ayında Rock-A(lternatif) festivalinde yaptığımız Bandista’yla geçen süre içinde haylisi grev, direniş, eylem dayanışması olmak üzere 100′ün üzerinde performans gerçekleştirmenin yanı sıra 1 Mayıs 2009′da “De Te Fabula Narratur” ve 12 Eylül 2009′da “Paşanın Başucu Şarkıları” kayıtlarını yayınlayarak oldukça yoğun bir dönem geçirdik.


Bir yandan eylemin gücüne ve öğreticiliğine olan inancımız bir yandan da muhalefetin farklı biçimler ve seslerle onlarca farklı alanda sürdürülebileceğine olan itikatımızla yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Bu, menziline her hamlemizde tekrar tekrar ulaştığımız, bazen kendi etrafımızda daireler çizdiğimiz, bazen barikatları aşıp geçtiğimiz, bazen de yürüdüğümüzün bile farkına varmadığımız, ama topyekûn, ama dünyayı ekseninden oynatan, ama ritmi tutulması gereken, ama evvelde başlayıp ahire dek sürecek bir yürüyüş. Yüzlerce patika muhalefet-mukavemet âleminin dağları, ovaları, şehirleri ve mağlubiyet ve galibiyetleri ve tarihi ve belleği içinden arşınlanmış, arşınlanmakta ve arşınlanmayı bekliyor… Yürüyoruz!

Yürüyoruz, bazen biraz soluklanıp, önümüzdeki yolu düşünüp; yürüyoruz yanımızdan kardeşlerimiz gelip geçiyor, başka başka patikalar, söylenecek onlarca söz, yapılacak onlarca eylem… De Te Fabula Narratur albümümüzün altıncı ayında örgütlediğimiz “Ya Basta’09 ya da mücadeleye devam” turnesinin ardından 1 Kasım 2009′da bir süreliğine mola veriyoruz – kardeşlerimizin affına sığınarak, mücadeleye değil elbette performanslara.


1 Kasım 2009 Pazar

Nâzım’a sataşmadan duramıyorlar!


Bu defa da mezarcılığa soyundular!

Yine Nâzım’ı doladılar dillerine… Ne kuyruk acısıymış bu!



Dönüp dolaşıp Nâzım’a sataşmaktan alıkoyamıyorlar kendilerini.

Bu defa gerekçe “mezar”… Sataşan, malum Vakit çevresi… Nâzım’ın mezarının Türkiye’ye getirilmemesine çok dertlenmişler ki, yine bu konuyu kurcalamışlar, Nâzım’ın oğlundan beyanat almışlar. Oğlu demişmiş ki, “Ruble için Rusya'ya kaçmış, para karşılığında şiir yazmış, beni ve annemi yüzüstü bırakmış bir adam için kılımı bile kıpırdatmam”.

Mezar soyguncuları iş başında.

Ölümü kutsadıkları için, yaşamdan değil ölümden beslendikleri için olsa gerek, mezarında da rahat bırakmıyorlar Nâzım’ı.

Nedeni belli:

Nâzım bunların ipliklerini öyle bir pazara çıkartmıştı ki, bunların Şarkçılık övgülerini, cehaleti kutsamalarını, bağnazlıklarını suratlarına öyle bir çarpmıştı ki; o çakal suratlarını arkasına gizledikleri peçeyi öyle bir çekip almıştı ki, cascavlak kalakalmışlardı ortalıkta, olanca çirkinlikleri ve karanlıklarıyla; kinlerini kusa kusa bitiremediler. Bitiremezler.


29 Ekim 2009 Perşembe

Güler Zere'yi öldürüyorlar


Güler Zere 37 yaşında, kanser hastası, ölmek üzere ve tutuklu. Erbakan hakkında “sürekli hastalık” nedeniyle af kararı veren Cumhurbaşkanı, ölmekte olan Zere için kılını kıpırdatmıyor.

37 yaşındaki Güler Zere kanser hastası ve halen tutuklu bulunuyor. Çene kanseri olan ve durumunun giderek ağırlaştığı bilinen Güler Zere için Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi dün bir basın toplantısı yaparak Zere'nin artık “tıbben geriye dönülmez bir aşamaya girdiğini” açıkladı. “Hastalığın seyri bize beklenen yaşam süresinin çok kısa olduğunu göstermektedir” diyen TTB yöneticileri artık Güler Zere'ye “Vedalaşma ve Huzur Hakkı” verilmesini talep ettiler.


Güler Zere için şu ana dek yapılan yüzlerce girişme, onbinlerce kişi ve kuruluşun desteğine ve taleplerine rağmen ne AKP Hükümeti'nin Bakanları ne de Cumhurbaşkanı Zere'nin cezaevinde ölüme terk edilmesine dair kıllarını kıpırdatmamış durumdalar. Oysa Zere'yi hızla ölüme götüren koşullara son vermek ellerinde. Adalet Bakanlığı'nın Zere'nin infazını erteleme, Cumhurbaşkanı'nın da af yetkisi bulunuyor.


26 Ekim 2009 Pazartesi

Osmanlı fırsatçıları sahnede


AKP'nin “Yeni Osmanlı” politikalarını fırsat bilen Osmanlı torunları, “dedelerinin mirasını” talep ediyor. Cumhuriyetin padişahların mallarına el koyduğunu unutuyorlar, peki “dedelerinin serveti nereden geliyor?”


AKP hükümetinin “Yeni Osmanlı” açılımları ve çeşitli vesilelerle Osmanlı hanedanına itibarının iade edilmesi uygulamaları, II. Abdülhamid gibi eski sultanların torunlarını da bu gelişmelerden maddi çıkar sağlamak konusunda teşvik etmiş görünüyor. Osmanlı döneminin "her derde deva" uygulamalarıyla örnek olarak sunulduğu, güzellemelerle özendirildiği ve geçmişte kalmasına yakınıldığı ortamda, "kanuni mirasçıları" da bunca şükran ve sadakatin somut karşılığını talep ediyor.

Star gazetesinde Pazar günü II. Abdülhamid'in torunlarının “dedelerinin mirası” için hukuki yollara başvuracağını açıklayan bir haber ve iki “varis” Bülent Osman ile Orhan Osmanoğlu ile yapılan bir röportaj yayınlandı.


25 Ekim 2009 Pazar

Olivera Rovere müebbet hapis aldı, bizim Rovere resim yapmaya devam ediyor !

Arjantin'de askeri diktatörlük döneminin önemli isimlerinden General Jorge Olivera Rovere, o dönemde işlenen bazı suçlardan ötürü müebbet hapisle cezalandırıldı.


1976-1983 arasında Arjantin'i demir yumrukla yöneten cuntanın üyelerinden "Olimpo kasabı" lakaplı general Guillermo Suarez Mason'un sağ kolu olarak çalışan Rovere, 5 numaralı federal mahkemede "insanlığa karşı suç" işlemekten mahkum oldu.


82 yaşındaki emekli general, 4 kişinin öldürülmesi ve 107 kişinin kaybolmasından mesul tutuluyordu.

Olivera Rovere, cunta dönemindeki insan hakları ihlalleri davasının açılmasıyla 2004 martında tutuklanmış, üç yıl yattıktan sonra kefaletle serbest bırakılmıştı.

İnsan hakları örgütlerine göre, askeri diktatörlük döneminde 30 bin kişi "kayboldu."


 
Bizim Rovere resim yapmaya, ölüm korkusu içine düşünce ise GATA da yatmaya devam ediyor.

20 Ekim 2009 Salı

AB haritasında Edirne ve Kırklareli "eyalet"

AB toplantısında Edirne ve Kırklareli “eyalet” yapıldı. AKP bürokratları “çeviri hatası” bahanesine sığınarak gizleme gayretine düştü.


Geçtiğimiz haftasonu Edirne'de düzenlenen AB Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA) Sınır Ötesi İş Birliği Programı bilgilendirme toplantısında, katılımcılar ile basın mensuplarına dağıtılan broşürdeki haritalarda Edirne ve Kırklareli ''eyalet'' olarak gösterildi.

Devecihan Kültür Merkezi'ndeki toplantıya Türkiye İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) Başkan Yardımcısı Dr. Mustafa Şahin ve Bulgaristan Bölgesel Kalkınma ve Bayındırlık Bakanlığı yetkilileri ile Edirne Valisi Mustafa Büyük ve bazı Vali Yardımcıları da katıldı.

Vali Yardımcısı : “Haritayla Mesaj mı Veriliyor?”

Sunumun ardından söz isteyen Edirne Vali Yardımcısı Ali Deniz Sürmen, proje tanıtımı konusunda Bulgaristan tarafından bastırılan broşürde büyük bir hata olduğunu belirtti. Sürmen, Türkiye'nin idari birimlerinin arasında eyaletler bulunmamasına rağmen broşürde bu konuda yanlışlar olduğunu belirterek, şunları söyledi:
''Bu tarz harita hataları Türkiye'nin doğusuyla ilgili yapılıyor. Farklı haritalar çizilerek yanlış anlamalara neden olunuyor. Bulgaristan tarafından bastırılan bu broşürde de Edirne ve Kırklareli eyalet biçiminde gösterilmiş. Bizde eyalet sistemi yoktur. Bununla bize mesaj mı verilmek isteniyor, yoksa hata mı yapılmıştır? Dostlarımızın öyle düşünmediğini biliyoruz fakat yanlış anlamalara neden olunmaması için açıklama bekliyoruz.''
soL'da haber olmuştu

Broşüre tepki gösteren ve haritada mesaj olduğundan şüphe duyan Vali Yardımcısı Sürmen, 5 ay öncesindeki bir başka olayda ise tepkisiz kalmıştı.

Konuyla ilgili 30 Mayıs 2009'da "AB açık konuştu: Trakya bize kalsın!" başlıklı haberimizde, Bulgaristan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Angel Marin'in, geçen Mayıs ayında Edirne'yi ziyaretinde söylediği “Trakya, AB sınırları içinde kalsın” önerisi ve “Sınırları olmayan Trakya hayalimiz” diyen konuk Cumhurbaşkanı Yardımcısı'nın konuşması ardından söz alan Sürmen “ileri boyutta komşuluk” mesajları verdiği yazılmıştı.

Vali Yardımcısı Sürmen'deki bu tavır değişikliği ilgi çekici bulunuyor.

Fetullah'tan Ödüllü TİKA Yetkilisi Şahin : “Kötü Niyet Yok”

TİKA Başkan Yardımcısı Şahin, Sürmen'in tepkisi üzerine, kürsüde bulunan Bulgar heyetinden açıklama talep etti. Şahin, heyetin açıklamasını şu şekilde aktardı:

''Kötü niyet olmadığını belirtiyorlar. Vilayet ile eyalet kelimelerinin tercümesi sırasında kaynaklanan bir hata. Biz de TİKA olarak son anda broşürler elimize geçtiği için inceleme fırsatı bulamadık. Bunda art niyet yoktur. Bundan sonra biz de TİKA olarak daha dikkatli olacağız.''

Polis Akademisi eski Araştırma Görevlisi olan Mustafa Şahin, Fetullahçı düşünce kuruluşu Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) tarafından “2008 yılı Stratejik Vizyon Sahibi Bürokrat” ödülüne layık görülen bir bürokrat.

Edirne Valisi “Çeviri Hatası” Diyor Ama...

Vali Büyük, toplantının ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, hatanın tercümeden kaynaklandığını söyleyerek, ''Bulgaristan'ın hazırladığı ve TİKA'nın da inceleme yapmadığı tanıtım broşüründe Edirne ve Kırklareli illerinin eyalet olarak yazıldığını, maddi hata yapıldığını gördük. Durumu Vali Yardımcımız Sürmen toplantıda aktardı. Art niyetin olmadığı anlaşıldı. Bundan sonraki çalışmalarda bu yanlışlıklar düzeltilecek'' dedi.

Haritada çeviri hatası yapılmış olabileceği gerçekçi bulunmuyor. Birincisi, İngilizce veya diğer Avrupa Birliği dillerinden ayrı olarak Bulgarca'da vilayet ve eyalet için farklı kelimeler var. “Okrug” sözcüğü Türkçe'de “il, vilayet” kelimelerine karşılık gelirken, “Oblast” sözcüğünün dilimizdeki anlamı “eyalet”.

Öte yandan toplantının konusu olan “AB Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (IPA) Sınır Ötesi İş Birliği Programı”nın resmi belgesinde (CCI : 2007CB16IPO008 / 21 Eylül 2007) Edirne ve Kırklareli için eyalet değil, vilayet (İngilizce “province”) kelimesi kullanılmış. Dolayısıyla çeviri hatasından değil, Avrupa Birliği'nin psikolojik operasyonu ve AKP bürokratlarının “üstünü örtme” çabalarından söz etmek mümkün.

11 Ekim 2009 Pazar

Küba Başarıyor, Sosyalizm Başarır

Birleşmiş Milletler Gelişme Programı, İnsani Gelişme Raporu’nu yayınladı. İnsani gelişme sıralamasında Küba, ekonomik olarak kendinden daha büyük ve güçlü pek çok ülkeyi geride bırakarak 51. Sırada ve “Yüksek insani Gelişme” sınıfında yer aldı.




Kişi başına düşen ulusal geliri yaklaşık 7.000 dolar olan Küba, İnsani Gelişmişlik Endeksi sıralamasında ulusal geliri kendisinden 3-4 kat daha fazla olan ülkelerin bile önünde yer alıyor. Üstelik Küba bu başarıyı yıllardır süren acımasız ABD ablukasına rağmen gerçekleştiriyor. Çünkü insani gelişme matematiksel bir yalandan başka bir şey olmayan kişi başına ulusal gelir düzeyini değil eğitim ve sağlığa ilişkin daha gerçekçi başka refah göstergelerini de içeriyor.

Ülkemiz Türkiye de maalesef yüksek ulusal gelirine rağmen insani gelişmişlik açısından ancak 79. sırada yer alabiliyor. Kişi başına Küba’nın iki katı ulusal gelir ve Küba’nın 16 katı daha büyük bir ekonomiye sahip olmamıza karşın insani gelişmişlikte Küba’nın yanına bile yaklaşamıyoruz. Küba tüm olanaksızlıklara rağmen başarıyor, biz dünyanın en şanslı coğrafyalarından birinde olduğumuz halde başaramıyoruz.


Bunun tek sebebi var : Küba sosyalizmin açtığı aydınlık yolda yürürken bizim kaynaklarımız ve emeğimiz kapitalistlerin kar hırsını tatmin etmek için yok olup gidiyor.

Doğal afetlere, politik baskılara ve ablukaya boyun eğmeden yoluna devam eden Küba’yı selamlıyor, Türkiye’nin de başarabileceği inancıyla tüm dostlarımızı mücadeleye çağırıyoruz.

8 Ekim 2009 Perşembe

Vatan Gazetesi ve İki Mutlu


Hani kolunu sallasan çarpıyor dedikleri olay Vatan Gazetesi'nde mevcut. Her yer Mutlu kaynıyor. Mutlu ya da mutsuzlar ama hepsi Vatan'da. Serdar Mutlu, Zafer Mutlu, Mustafa Mutlu ve Mutlu (Tuğçe Baran) Tönbekici. Mutlulardan Serdar gazetenin imtiyaz sahibi. Mutlulardan Zafer ise gazetenin kendisi. Mustafa ilk isimli Mutlu akp muhalifi ve bazen ülke ortalamasına göre oldukça objektif bir köşe yazarı. Tönbekici olan Mutlu ise Tuğçe Baran'dan dönme akp yalakası, ondan da kötüsü halk düşmanı, insan düşmanı bir provakatör. Kısacası zavallının birisi. Artık Vatan gazetesi bile ona fazlasıyla batıyor olmalı. Yakında Zaman veya Taraf kendisine bir köşe verir.

Bir çok insanımız gibi bende, bir gazeteci içinde yaşadığı ülkeye ve o ülkenin insanlarına “gazeteci” gibi yaklaşmalı diye düşünüyorum. Yani, mümkün olduğunca serinkanlı ve objektif.

Bence de memleket insanını bir öpen bir döven, o histeriden bu histeriye zıplayan, duygusallığın şahikasına olur olmaz tırmanışlar yapan bir gazeteci (hele de bir kadın gazeteci!) ortalık karıştırmaktan başka işe yaramaz.

6 Ekim IMF ve DB protestoları sonrası iki Mutlu ile Vatan Gazetesi yaşananların üstüne düşmeye devam ediyor. Bu ülkede çoğunluk Tömbekici kaşarlığında olaya yaklaşıp rahatsız olduğundan Mutlulardan bayan olanı, bu protestonun oturduğu koltuğun tam ortasında bir çivi gibi kendisine ve yalandığı iktidara verdiği acıdan rahatsız. Mustafa Mutlu ise hâla olaya medyamız ortalamalarına göre en objektif açıdan yaklaşmaya devam ediyor.

Mutlu Tönbekici ve 6 Ekim'i okumak için tıkla 1 tıkla 2
Mustafa Mutlu ve 6 Ekim'i okumak için tıkla 1 tıkla 2

Bu ülke iki kutuplu. Ya 6 Ekimde 1 Mayıs alanında ayakta duran kısımdan olacaksın ve onları anlamaya çalışacaksın. Ya da gaz bombası, cop, panzer, kask, kalkan kullananın hizmet ettiği kapitalist katillere yalanacaksın. Haydi saldır ülkem milliyetçisi IMF için bir de sen vur solcuya, muhalife. Oysa IMF ve ABD politikaları senin annenide öpüyor ama sen görmemek için köleliğe devam ediyorsun.
Konuyu saniyede saptırıp kafaları karıştırdıktan sonra tekrar başlığa dönüyoruz.

Mutlu olacaksın bu ülkede. Bir protestoya tv den bile baksan mutlu olacaksın. Seçeceksin. Mutlulardan Tönbekici misin? Mustafa mı? Daha fazlası dersen:

O meydanda ya protesto eden olacaksın ya da protesto edileni bombayla, panzerle koruyan...

6 Ekim 2009 Salı

Teşekkürler RTE, dünya duydu sesimizi sayende !



RTE şöyle der : "Şu kongre alanı dışındaki protestocuların sesini duymalısınız".

İstanbul Emniyet Müdürü hemen verir talimatı:
"Gaz bombalarını tüm Taksim'e atın. Coplayın, tazyikli ve boyalı su sıkın. Çığlıkları kongre vadisine ulaşsın. RTE ses istedi"... Ve TC Polisi gereğini yapar. Taksim, Beyoğlu, gaz, su,  kan ve göz yaşı...

Direnen İstanbul'a ve yurt dışından gelen yoldaşlara teşekkürler. Kusura bakmayın yurtdışından gelen kardeşler, bizim polis böyle, biz alıştık, siz de alışırsınız !


Her şeye rağmen binlerce kişi yine Taksime çıktı. Ve tüm dünya sesimizi duydu. İyi ya da acı...

resimler ve video çekimleri için koskorcuk abimize teşekkürler.

5 Ekim 2009 Pazartesi

Ayakkabı (Bis) !


Bağdat’tan sonra Istanbul’da da bir gazeteci bir iktidar temsilcisine ayakkabı fırlattı. Gazeteci esas olarak ne iş yapar? Yapmalı? Son dönemlerde gazeteciler haber yapmak yerine neden daha çok haber olmayı tercih ediyor acaba?
Birgün gazetesi politika editörü Selçuk Özbek’in 1 Ekim Perşembe günü Bilgi Üniversitesindeki bir toplantıda İMF Genel Müdürü Dominique Strauss-Kahn’a (DSK) ayakkabı fırlatması hem siyasi hem de gazetecilik etiği açısından tartışmaya yol açtı.
Siyasi açıdan bakıldığında, şiddet içermeyen her türlü tepkinin, protestonun demokratik ortamda hoşgörüyle karşılanması, bunun doğal, olağan, hatta yasal ve meşru olduğunu kabul etmek gerekir.
Dünyada her gün bu tür eylemler yapılıyor. Muhalifler, protestocular karşı oldukları kişi ya da kurum temsilcilerine kremalı pasta, çürük yumurta ya da boya atıyor. Özellikle Batı ülkelerinde bu tür eylemler bazen haber bile olmuyor. Eylemci, mağdur tarafından şikayet edilmezse gözaltına bile alınmıyor. Protestoya uğrayan da, üstünü başını temizleyip işine devam ediyor.
Ne var ki, bu son olayda, ‘Türk misafirperverliğine yakışmadı’, ‘Bu bir saldırıdır’, ‘DSK aslında sol kökenli bir yöneticidir’ ya da ‘Global bir başkent olarak Istanbul’un imajı bozuldu’ gibi itirazlar öne sürenler, milliyetçi ve muhafazakar görüşleri ya da garip solculukları nedeniyle demokratik bir hakkı görmezden geliyor.
Kimi yorumlarda, protesto eyleminin yeteri kadar orijinal/yaratıcı olmadığı hatta taklit olduğu hatırlatılıyor. Bazıları ise bu tür bireysel ve kahramanvari eylemler yerine kitlesel protestoların önemine dikkat çekiyor. Bence haklılar.


Gelelim şimdi işin gazetecilik etiği açısına:

Ayakkabıyı fırlatan kişinin gazeteci olması konuyu farklı ele almamızı gerektiriyor. Birgün gazetesi Yazı İşleri Müdürü Selami İnce, Perşembe akşamı TRT 1’de yayınlanan ‘Medya Müfettişi’ programında, protesto eylemini gazete olarak da onaylayıp desteklediklerini söyledi. İnce, ‘Selçuk Özbek’in politika editörü olmasına rağmen, bu toplantıyı bizzat izlemek istediğini’ söyledi. Bir başka haberde ise Özbek’in iki gündür izinli olduğu belirtiliyordu. Selçuk Özbek, olaydan sonra yaptığı açıklamada, olayın ‘spontane olarak’ geliştiğini belirtti. Önceden bir hazırlığı olmadığını söyledi. Ne var ki, salonda, ayakkabı fırlatma olayının hemen ardından, bir genç kızın pankart açmaya çalıştığını gördük. Genç kız ile Özbek’in aynı siyasi grubun üyeleri olduğunu da öğrendik.
....................yazının devamı ve tamamı.

29 Eylül 2009 Salı

Ölümü gösterip sıtmaya; 55'i gösterip 44 liraya razı etmeyin!

Fenerbahçe Spor Kulübü Yönetim Kurulu, yaptığı açıklama ile “7 galibiyetlik serinin şampiyonlukla neticelenmesi” için, 55 Lira olan kale arkası biletlerini, “DERBİ(66TL) ve UEFA maçları hariç” 44 Lira’ya indirdiğini duyurdu.




Yaşanan sevindirici gelişme bir “başlangıç adımı” olarak mutluluk verici olmakla beraber, tribündeki boşlukları gidermek için, kesinlikle yeterli değildir.

Söz konusu “indirimli” fiyatların 2008-2009 sezonunda geçerli olduğu ve kale arkası tribünlerin hali hatırlanacak olursa, bu gerçek daha iyi anlaşılır.

55Lira.Com “Aşırı Pahalı Bilet Fiyatlarına Karşı Başkaldırının Simgesi” olmuştur. Bilet fiyatları halkın gelir düzeyine göre ayarlanana kadar bu simge altında devam edecek olan mücadelede, talebimiz ilk günden bu yana aynıdır.

“Ülkemizde kale arkası tribünlerini dar gelirli ve öğrenci vatandaşlarımızın doldurduğu” gerçeğinden hareketle;


Talep ediyoruz.

1. Kale arkası tribün bileti fiyatları mutlaka daha aşağı çekilmelidir. Kombine kart alan taraftarları mali anlamda mağdur etmeden yapılabilecek bir basit hesap mantığıyla; daha ucuz bilet fiyatlarında tribünü dolduracak taraftar, pahalı biletle maça gelebilen az sayıda insandan daha fazla kar getirecektir.

2. Migros tribünün belli bloklarında, örneğin alt katta, “Öğrenci Bileti” uygulamasına geçilmelidir. Bu aşamada stadyum yapısından kaynaklanabilecek fiziksel imkansızlıkların aşılabildiği, geçtiğimiz sezonlarda Maraton Tribününde yapılan bir takım uygulamalarda görülmüştür.
Tekrar ediyoruz.

Türkiye’nin aynası olan Fenerbahçe, ülke gerçeklerinin farkına varmalıdır.

Taraftarın, bilhassa Türkiye nüfüsunda çoğunluğu oluşturan öğrenci ve dar gelirlilerin, Fenerbahçe’yi tribünden seyretmesinin önünde yükselen maddi engeller kaldırılmalıdır.

Kale arkası tribünleri halka açılmalıdır.

28 Eylül 2009 Pazartesi

Diyarbakırspor'un Maruz Kaldığı Muamele Ceza Gerektirir

Bu yazı http://papazincayiri.blogspot.com/ sitesinden aynen alınmıştır.


Diyarbakırspor Başkanı Çetin Sümer şayet Bursaspor ceza almazsa takımı ligden çekebileceğini söyledi. Diyarbakır’ın gittiği her maçta aynı olaylar oluyor. Bu işin tabi bir kısmı Diyarbakır’a has değil. Hemen her stadda aynı şeyleri yaşıyoruz. Önce Türkiye’deki stadların olmazsa olmazı olan İstiklal Marşı hep bir ağızdan aşk ediliyor ki bir an için dahi olsa toplu halde İstiklal Marşı okuma fırsatını kaçırmayalım. Hemen ardından konjuktüre göre “Ne Mutlu Türküm Diyene” veya “Türkiye Laiktir Laik Kalacak” sloganlarından bir tanesi bağırılarak gereken yerlere mesaj veriliyor, tabi bu repertuarın en güzide eseri olan “Şehitler ölmez vatan bölünmez” bütün bunların sonunda taraftarın bölünme problemi hakkındaki kısa ve net cevabı oluyor. Diyarbakır’ı özel yapan şey ise taraftarların Diyarbakır için özel bir repertuar geliştirmesi. Bu repertuarın ayırd edici sloganı “PKK Dışarı”. Maazallah PKK içeri girmiş bulunmuş ise ne yapması gerektiği konusunda kafasında bir karışıklık olmasını kimse istemez.


Giriş bölümünde “PKK”, “Diyarbakır” gibi kelimeler geçen bir yazının anlaşılmasının çok güç olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Ortalama 5.6 sene eğitim görmüş insanlardan oluşan, 11 – 15 sene arası eğitim görenlerinin ise geri kalan hayatlarında gerçek yaşama adapte olabilmek için öğrendiklerini unutması gereken bir ülkede yaşıyoruz. Ortalama bilgi edinme kaynağı TV, tartışma platformu kahvehane, fikirlerini en edebi sunduğu yerin ise internet haber sitelerine yaptığı yorum olan bir kitle var karşımızda. Dolayısıyla “PKK bir terör örgütüdür. Türkiye bölünemez. Terörle bir yere varılmaz” diyerek konuya başlayıp sıramızı savalım, herhangi bir yanlış anlaşılma olmasın.


Diyarbakırspor’a Yapılan Sıradan Faşizmdir ve İnsanlık Suçudur

Türkiye’nin herhangi bir stadında Diyarbakırspor’a atılan sloganlar Diyarbakırspor’un Diyarbakır’ı temsil etmesi, Diyarbakır’ın da PKK’lı olduğu önermesine dayanıyor. Şüphesiz “PKK dışarı” veya “Şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganlarıyla gösterilen “duruş” bir mesaj verme isteğine sahip. Bu mesajın özellikle Diyarbakır’a karşı seçilmesi ise Diyarbakır’ın bu kafalarda PKK ile özdeş olduğunu gösterir. Bu görüş de özetle, “Diyarbakırspor Diyarbakır’ındır, tüm Diyarbakır bilaistisna PKK’lıdır. PKK terör örgütürüdür, demek ki Diyarbakırlılar Teröristtir”den ibaret. Bir şehirde yaşayanların hepsinin veya hiç değilse çok büyük çoğunluğunun belirli bir etnik gruba veya şehirdaşlığa mensubiyetleri sebebiyle “Terörist” olduğunu düşünmek ise klasik bir sıradan faşizm örneği. Zira gündelik hayatta insanları siyasal mensubiyetleri, inançları ve tabiiyetleri sebebiyle “aynı” kabul etmek, herhangi bir kötü örnekle “özdeşleştirmek”, onları tek potada eritmek faşizan bir zihin alışkanlığına tekabül eder. Bu ister Türklerin barbar olduğunu düşünen bir Avrupalıda bulunsun, ister zencilerin aşağılık ırktan geldiğini düşünen bir Ku Klux Klan üyesinde görülsün adı faşizm veya biçimine göre ırkçılıktır. Bu durumun meşru kabul edilmesi, sürekli halde tekrarlanması ve buna karşı çıkanların marjinal kalması ise içinde yaşadığımız gündelik hayatın ne kadar faşizan bir atmosfer olduğunu göstermekten başka bir şeye yaramaz. Böyle bir atmosferin ise neler yapabileceğini hepimiz biliyoruz, şehirler ve mensubiyetler üzerinden birbirini düşman kabul eden insanlardan oluşan bir toplumun toplumsal dokusu hastalıklıdır, böyle bir toplumsal doku sürekli bir halde husumet üretmektedir ve bu husumetlerin çözümü için baskın olarak önerilen militarist bir total yok ediş veya savaş çağırısıdır. Bu durum da bir toplumu çok basit olarak kimlikler üzerinden böler. Halbuki Diyarbakırspor’u Türkiye’nin farklı etnik grubuna mensup bir coğrafyasının meşru temsilcisi olarak kabul etmek, bu farklılığı öğrenmeye veya en azından saygı duymaya çalışmak, kültürel iletişimi, toplum içindeki bağları güçlendirecek bir yol olarak düşünülebilir.

Etnik Ayrımcılıkla Mücadele Federasyonun Görevidir

Diyarbakır şiddete maruz kaldıkça ve bu şiddet meşrulaşıp, taraftar grupları arasında kimin Diyarbakır’a daha çok şiddet uygulayacağına yönelik bir yarış başladıkça kabul edilmesi gereken net gerçek bunun toplumsal ayrışmaya yol açacağı ve öncelikle durdurulması gerektiği olacaktır. Ancak böyle bir sonuç ortaya çıkmasaydı dahi herhangi birine veya gruba kitle halinde mensubiyetleri sebebiyle küfrederek sözlü şiddet uygulamak haksızdır ve yasalarca suç olarak kabul edilmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun 216/2 maddesi şöyle diyor: “Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Diyarbakırspor’a “PKK Dışarı” diye bağırmak bu maddedeki hükmün birebir gerçekleşmesini sağlamaktadır. Diğer yandan Diyarbakırlılara stadlarda saldırmak, kafalarına koltuk atmak, taş fırlatmak da herhalde suçtur ve cezasız kalmaması gerekir.

Bu fiillere karşı ceza vermekle yükümlü olan organ özel mevzuat gereği Türk Futbol Federasyonu. “Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun”un 17. Maddesi diyor ki “Spor ahlakına aykırı, tahrik edici, aşağılayıcı, dil, din, mezhep, ırk, cinsiyet, etnik ve siyasi ayrımcılığa yönelik söz sarf edilmesi veya bu mahiyette afiş veya pankartların müsabaka alanına veya yakın çevresine asılması yasaktır.” Kanun bu fiil için bir ceza da öngörmekte. Dolayısıyla kanunen bu olaylar karşısında TFF’nin yapması gereken şey, fiilin hak ettiği cezayı vererek saha kapatma ve idari para cezası cezalarını uygulamaktan ibarettir. TFF’nin bu halde yanlı tutum alarak, suçun bu şekilde işlemesine göz yumma hakkı bulunmamaktadır.

Tabi Türkiye’de kurumların neyi yapması gerektiğini söylerken evrensel bazı kıstasları esas alıyoruz. Yani insan hakları, açık toplum, demokratik hayatın ilkeleri gibi evrensel bazı kaidelere referans yapıyoruz. Türkiye’deki hiçbir kurum ise kendine bu tip kaideleri referans alıp hareket etmediği, herkesin kaidesi bu kuralların Türkiye hali olduğu için de uygulamada yaşanan adaletsizliklere alıştık. Örneğin “Hepimiz Ogünüz Hepimiz Mehmet” pankartı sebebiyle Trabzonspor suçu ve suçluyu övmek fiillerinden ceza almalıydı, böyle bir olay hatırlamıyoruz, hemen hemen her maç Türkiye’nin stadlarında büyük olaylar oluyor, işte Fenerbahçe Gaziantep maçından önce olan olaylar malumunuz, gereken ceza gelmiyor. Bütün bunlar birikince de TFF veya herhangi bir idari kurum saygınlık kazanamıyor, güven telkin edemiyor, hepsi haklı olarak çifte standartçı olmakla itham ediliyor. Bundan rahatsızlık oldukları da söylenemez, herhalde sürekli çifte standart uygulamanın kendilerine yarattığı keyfi alanın kendilerine verdiği bir hoşnutluk vardır.

Kuralsızlığa Karşı Kural

Bu saatten sonra insanlığa veya insani bir takım hasletlere referans vererek konuşmak çözüm için yeterli değil. Açık ki faşizan zihniyet herhangi bir insani ahlakla bağdaşmaz ve kendisine referans olarak da böyle bir sistemi almaz. Yani biz vicdandan, insan eşitliğinden, hiçbir insanın ayrımcılığa uğrayamayacağından filan bahsedelim, karşıdaki insanı sırf bir şehirden geldiği için terörist kabul eden bir akıl herhalde böyle bir haslete erişebilecek düzeyde değildir. Üstelik bu kendisine kuralla da dikte edilse bu kuraldan daha üstün daha geçerli bir kural olduğunu, kendisinin terörizmle filan mücadele ettiğini düşünecektir. Her ne kadar bir stadda, konuyla alakası meşkuk bir takımın taraftarının kafasına koltuk atmanın nasıl terörle mücadele olacağı veya “milli” kabul edilebileceği tartışmalı ise de, insanların sürekli böyle davranması böyle bir kabullerinin olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu kural tanımayan, kuralsızlıkla beslenen veya kendisinin tüm kuralların üstünde olduğunu düşünen zihniyetle mücadele de laf anlatmakla, beyanat vermekle filan olacak iş değil. Mevcut varolan kuralların sert bir şekilde uygulanması gerekir. Bu olaydan sonra Bursaspor’un sahası 5 maç kapatılsa ve ardından bu tip olayları tekrarlayan her takıma bu ceza kati bir suretle uygulansa bir sene sonra yöneticilerin maç çıkışında adet yerini bulsun diye özür dilediği bir atmosferden bu tip olaylar yaşanmasın diye canla başla çalıştıkları, sonuç alınan bir ortama geçiş olabilir. Bu da tabi bunu yapabilecek bir Federasyonla mümkün ki, onu da bu arada bulmak gerekiyor herhalde. Olayların üstünü kapatarak varlığını sürdüren bir Federasyonun üstüne bu kadar görev yüklemek de mümkün değil.

(NOT: Şu saha kapatma ve idari para cezası cezalarının işlevselliği üzerine İbrahim Altınsay çok güzel bir yazı yazdı, bu tartışmaya girmeden bu tip durumlarda idari para cezası ile 9 puan silme gibi bir ceza birlikte uygulansa çok daha işlevsel olur, onu da belirtelim.)
 
Bu yazı http://papazincayiri.blogspot.com sitesinden aynen alınmıştır.

İnsanlık kasırgalardan daha güçlüdür

İstanbul Bostancı Kültür Merkezi'nde Küba'ya yardım amaçlı düzenlenen gecede 3 bin kişi şarkılara eşlik ederek eğlendi.

Geçen yıl Gustav ve Ike kasırgaları nedeniyle yaşanan felaketin yaralarını saran Küba’ya dün İstanbul’dan yardım eli uzandı. Bostancı Kültür Merkezi’nde düzenlenen gecede yaklaşık 3 bin kişi Küba’yla dayanışmanın heyecanını yaşadı. Jose Marti Küba Dostluk Derneği’nin (JMKDD) düzenlediği gecede Şevval Sam, Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu ve Gündoğarken şarkılarıyla Küba halkına destek verdiler.

‘İnsanlık kasırgalardan daha güçlüdür’ mesajıyla düzenlenen gecede JMKDD Başkanı Oğuz Kavala bir açış konuşması yaparak Türkiye’de 3 şubeyle, Granma ve Prensa Latina yayınlarının Türkçe baskılarıyla, daha fazla Küba’ya dair ses çıkarmak için etkinlikler düzenlediğini belirtti. Kavala gecenin anlamına dair şu açıklamalarda bulundu: “Küba’da 400 bin evin yıkıldığı kasırga yaşandı ama sadece 7 kişi hayatını kaybetti. Küba devleti ise hayatını kaybedenlerin ailelerinden teker teker özür diledi ve kendini sorumlu ilan etti. Bizim ülkemizde ise 2 günlük bir yağmurda 35 kişi hayatını kaybetti. Ülkemizde böyle bir sel felaketi yaşanırken neden Küba’yla dayanışılması gerektiğini sordular. Biz de iyi örneklerin çoğalması gerektiğini anlattık. Çünkü Küba bir kasırga anında nüfusunun yüzde 30’unu başka bir tahliye etme cesaretini gösterdi. Bu da aslında bizim dayanışmaya ihtiyacımız olduğunu gösteriyor.

Konser başlamadan önce söz alan Küba’nın yeni büyükelçisi Jorge Quesada Concepción da Türk halkının göstermiş olduğu dayanışma duygularını iyi bildiklerini belirtti ve para toplanarak destek verilmesinin Türkiye’de yaşanan sel felaketinde şahit olunanlardan ötürü çok duygusal olduğunu vurguladı. Concepción konuşmasına şöyle devam etti: “Toplanacak paradan çok daha önemli olan bizimle dayanışmanızın devamıdır. 50 yılboyunca milyonlarca kadın ve erkek herkesin desteğini arkamızda hissettik. Bu da verdiğimiz kavgayı güçlendiriyor. Bir gün zafere ulaşacağımızı biliyoruz. Çünkü arkamızda ilerici halklar var. Bu mücadelede beraberiz ve eminim ki birlikte kazanacağız.”Gecede ayrıca etkinliğe destek veren Nazım Hikmet Kültür Merkezi adına Emin İgüs’e, Yön Radyo yöneticisi Yüksel Kılınç’a, Işık Direktörü Alek Nişanyan’a ve gecenin sunuşunu yapan Orhan Aydın’a plaket verildi.

Sanatçıların geceye dair görüşleri:

Bu gece burada olmamızın insanlık adına bir önemi ve anlamı var. Küba bizim için elbette ayrı bir önem taşıyor ancak insanlık adına bir araya gelmek ve empati duygusu benim için burada anlamını buluyor. Ben milliyetçilik ve benzeri düşüncelere mesafeli duruyorum. Bu anlamda evrensel bir bakış açım var. Her nerede olursa olsun, Küba'da, Türkiye'de ya da başka bir ülkede insanların yaşamaya hakkı var. Dolayısıyla bu yaşama hakkına saygı göstermemiz, onu korumamız gerekiyor. Dünyanın öbür ucunda da olsa insanların yaşadığı acıları paylaşabilir, onlar için birşeyler yapabiliriz. Türkiye bir sel felaketi yaşadı, insanları suçladılar. Dere yatağına ev yapıyorlar, sonra ilk yağmurda yıkılıyor. İş yapma ahlakıyla çok ilgisi var bunun. Ama sorumlusu insanlar değil, buna izin veren politikacılar ve hükümetler. Eğitimsizlik de etkili. Sadaka siyasetine mahkum edilen bir ülkede yaşıyoruz. Yine de o insanlar eğitimsiz bırakılmışlıklarının bedelini bu şekilde ödememeliydi.

Şevval Sam

Bir ümit yaratmak... Bir insanlık dayanışması... Küba bu anlamda örnek bir ülke. İnandığı değerlere sahip çıkan, insanına sahip çıkan ve bunu fakirliğine rağmen başarabilen bir ülke. Halkın temel ihtiyaçlarını devlet karşılıyor, bununla da kalmıyor, böylesi felaketlerde örneğin, ardından insanlar ne yapacağım nerede yaşayacağım diye düşünmüyor. Yönetim hemen kısa sürede onlara gereken desteği veriyor. Türkiye'de ise "derenin intikamı" diyorlar. Konserin sloganında yer alan kasırga hem doğal felaketi hem de yönetimsel bir kasırgayı anlatıyor. Küba'nın ve Türkiye'nin başındak kasırga, biri ABD diğeri AKP. Baksanıza selden sonra derenin intikamından bahseden bir yönetim var. Halkı cehalete sürükleyen bir yönetim. Küba dere yatağına ev yapmaz, yaptırmazdı. Orada insanın değeri var. Burada ise çıkarların, rantın değeri var.

Erkan Oğur – İsmail Hakkı Demircioğlu

Bu tür yardım geceleri genellikle zor olur, insanlar mecburiyetten vs. katılmış olabilirler. Ama bu gece çok farklı, çok coşkuluydu. İnsanlar gönülden katılmışlardı. Biz her zaman Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin düzenlediği etkinliklere katılmaktan büyük zevk duyuyoruz, bu etkinlikler hep çok farklı geçiyor. Bir de belirtmek isteriz ki "İnsanlık kasırgalardan daha güçlüdür", bu sloganı çok sevdik.

Gökhan Şeşen – Burhan Şeşen

25 Eylül 2009 Cuma

İşte emperyalizmin Balkan başarısı

Davutoğlu ABD'de katıldığı toplantıda Balkan tarihinin bir başarı öyküsü olduğunu savundu. Balkanlar'da yaşanan savaşlar, Davutoğlu'nun öyküsünün ancak “emperyalizmin başarı öyküsü” olabileceğini gösteriyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan ile birlikte ABD'de bulunan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, dün New York kentinde Balkan Amerikan Dernekleri Federasyonu (FEBA) ve Rutgers Üniversitesi tarafından düzenlenen “Balkan Liderleri Toplantısı”na katıldı.

Davutoğlu burada yaptığı konuşmada Balkan tarihinin bir başarı öyküsü olduğunu savundu ve Balkanlaşma kelimesinin "parçalanma, bölünme" gibi olumsuz anlamda değil, kültürel ve etnik farklılıkların zenginliği ve uyumu temelinde olumlu anlamda değerlendirilmesi gerektiğinden bahsetti.

Davutoğlu, çizdiği başarılı Balkan tablosuna örnek vermek için de 16. yüzyıla dek geri giderek, o zamanlar Balkan kentlerinin Batı Avrupa kentlerinden daha fazla refah içinde olduğunu ileri sürdü.

Davutoğlu'nun bu iddiayı hangi bilimsel ölçütlere dayandırdığı bilinmiyor. Ancak 20. yüzyıla dek Avrupa coğrafyasında hep en yüksek köylü nüfusa sahip olmuş Balkanlar’ı, Batı Avrupa ile kentlerin refah seviyesi üzerinden karşılaştırmak “ilginç” bir değerlendirme olarak nitelenebilir.

Balkanlar’dan başarı öyküsü çıkarmak için 16. yüzyıla geri gitmek ise daha “ilginç” bir tercih olarak değerlendirilebilir. Çünkü, yakın geçmişe bakıldığında, İkinci Dünya Savaşı'nın ardından sosyalizmin egemen olduğu kısa dönem hariç Balkanlar denince herkesin aklına savaş, bölünme, parçalanma geliyor. Bu da ancak “emperyalizmin başarısı” olarak adlandırılabilir.

Davutoğlu'nun konuşmasında eksik bıraktığı “Balkanlar'da emperyalizmin başarı öyküsü”nü biz tamamlayalım:

Öykü 19. yüzyılda başlıyor. Avrupa'da o yüzyılda “güç dengesi” adı verilen durum, zamanın emperyalist ülkeleri İngiltere, Fransa ve Rusya'nın bir aktörü diğerine karşı desteklemesidir ve bu oyun en karmaşık şekilde Balkanlar'da oynanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılma mücadelesinde, geleceğin müstakbel devletleri önce ayrılmak konusunda desteklenmiş, sonra birbirlerine karşı “dengelenmişlerdir”. Emperyalizmin satranç tahtasına dönen bölgede, Sırplar Makedonlar'la, Makedonlar Bulgarlar'la, Bulgarlar Yunanlar'la, Yunanlar Arnavutlar'la, Arnavutlar Sırplar'la, Sırplar Türkler'le savaşıp durmuştur... Öykünün en bilinen kısmı, birbirleriyle savaşmaya ara veren Balkan Devletleri'nin topluca Osmanlı ile savaşmaları ve ardından yine kendi aralarında savaşmalarının hikayesi olan Balkan Savaşları'dır.

Balkan halkları İkinci Dünya Savaşı'na kadar olan yılları, emperyalizmin neden olduğu en büyük savaşlardan biri olan Birinci Dünya Savaşı'nın en kanlı geçtiği noktalardan birinde bulunmalarından dolayı, yaralarını sarmakla geçirmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilerin ve İtalyanların Balkan ülkelerindeki işgali Birinci Dünya Savaşı'nın öykülerinden de üzüntü vericidir.

Balkanlar’da birlik ve refah dönemi İkinci Dünya Savaşı'nın ardından bölgenin neredeyse tümünün sosyalizmin etkisi altına girmesi ile yaşanmıştır. Ancak bu Davutoğlu'nun öyküsünde yer almaması gereken bir gerçektir.

Öykü Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı ülkelerinin çözülmesi ile devam eder. Savaş Balkanlar'a geri dönmüştür. Parçalanma ve bölünme bu kez en zengin etnik ve dini kompozisyona sahip Yugoslavya'da gerçekleşmiştir. Aslında öykü yine bilinen öyküdür: ABD ve Almanya tarafından silahlandırılan gruplar, Hırvatlar'la savaşan Sırplar, Sırplar'la savaşan Müslümanlar ve halkların üzerine düşen NATO bombaları. Sonuç yüz binlerce insanın ölmesi, kentlerin yerle bir edilmesidir. Yugoslavya bugün yedi parçaya ayrılmıştır ve halen savaş ve ayrılma potansiyelini korumaktadır.

22 Eylül 2009 Salı

55Lira.com

55Lira.com tamamen bağımsız bir internet sitesidir.
Tek derdimiz, tek amacımız Fenerbahçe tribünlerinin halktan koparılmasının önüne geçebilmektir.
Protestomuzun toplumun büyük bir kesimine ulaşabilmesi, ve hatta Fenerbahçe yönetiminin sesimizi duyabilmesi için vereceğiniz desteğin önemi çok büyük olacaktır.
MSN, Facebook, Twitter gibi sosyal ağlar üzerindeki arkadaşlarınıza sitemizden bahsederek; blogunuzda sitemizi duyurarak, üye olduğunuz topluluk forumlarında sitemize yer vererek bize destek olabilirsiniz.
Blogunuzda ya da sitenizde yazmış olduğunuz yazıları lütfen bizimle paylaşınız. Destek veren siteler, bu sayfa altında listelenecektir.
55lira.com için banner görselleri tasarlayarak bize yardımcı olabilirsiniz. Tasarladığınız görsellerinizi lütfen bizimle paylaşın.
Farklı destek yöntemleri için lütfen İletişim sayfamızı kullanın.
Biz Fenerbahçeliyiz! Bizden çok adam çıkar!

21 Eylül 2009 Pazartesi

Sen İstanbul'sun Büyük Düşün ! Bunlar az bile sana!

Bayram boyunca güneydeki tatil yörelerine gidecek zenginlere
otobanlar bedava, köprüler bedava.
İstanbul'da kalan, mezarlığa, akrabaya
gidebilmek için toplu ulaşımı kullanmak zorunda olan halkımıza ise
bilet fiyatlarında yarı yarıya indirim.
Ağaya beleş, halka yüzde elli.
Sen İstanbul'sun büyük düşündün, az bile sana.

Yüz binler "Sınır Tanımayan Barış" için meydanlarda

Küba’da “Sınır Tanımayan Barış” konserinde buluşan 15 dünya sanatçısını dinlemek üzere beş yüz binin üzerinde Kübalı, Devrim Meydanı’nda toplandı.

Küba’nın başkenti Havana’da düzenlenen “Sınır Tanımayan Barış” konserine beş yüz binin üzerinde kişi katıldı. Ünlü Devrim Meydanı’na kurulan dev sahneyi paylaşacak olan 15 sanatçıyı dinlemek üzere Kübalılar bir araya geldi.
Konsere önayak olan isim, popüler Latin müziğinin en önemli isimlerinden birisi kabul edilen Kolombiyalı şarkıcı Juan Esteban, ya da bilinen adıyla Juanes’ti. Konserde ilk dinletiyi veren Porto Rikolu sanatçı Olga Tañon, “Tarih yapıyoruz. Tüm sanatçılar, hepimiz bir barış mesajı gönderiyoruz, dünyanın her yanında bize destek verenleri kardeşçe kucaklıyoruz ve bu 20 Eylül’de sınırları tanımayan bir barış için şarkı söyleyeceğimizi göstereceğiz” dedi.
Konserin en çok yankı bulan ismi olan, batı yarımkürenin en tanınmış karşıcılarından Juanes, Küba’da konser vereceği kararını açıklamasından bu yana özellikle ABD’de büyük tepki görüyordu. ABD’deki Kübalı karşı devrimci gruplar, Juanes’e karşı eylemler düzenlemiş, cd’lerini topluca parçalamışlardı.
Juanes, konserde “Küba’ya sevgi için geldik. Bu akşam burada sizlerle olabilmek için korkumuzu yendik, sizin de galip geleceğinizi umuyoruz. Korkuyu yenelim ve önemli olanın nefreti sevgiye dönüştürmek olduğunu anlayabilelim” diye konuştu. Juanes, konserin ABD-Küba ilişkilerini de olumlu etkilemesini ümit ettiğini söyledi.
Gündüz saat ikide, tropik adanın yakıcı güneşi altında başlayan ve beş saat süren konserde beyazlar giyinmiş beş yüz binin üzerinde insan, barış için söylenen ezgilere eşlik edip dans ettiler.