8 Temmuz 2010 Perşembe

TAHİNLİ CEVİZLİ ÇITIR RULO KURABİYE

Bu tarifi izlediğim bloglardan YEMEKBAHANE de gördüm ve denedim.
Süper oldu. Denemenizi öneririm.
İşte Yemekbahane'den aynen yayınlıyorum.
Teşekkürler Yemekbahane...

Öncelikle bir kaç sözüm olacak...


Yemekbahane'yi ilk açtığım günden beri, yeni bir adım atmanın keyfini ilk aldığım günden beri, beni hiç yalnız bırakmadığınız için;

ne zaman yeni bir şey yapmaya gönül koysam, beni hep desteklediğiniz ve övgü dolu sözlerinizle beni cesaretlendirip, yola devam etmemi sağladığınız için sizlere özel bir teşekkür etmem gerekiyor. AJANDA'yı hazırlanırken, aklımda "HADİ İNŞALLAH" ların olduğu kadar "YOKSA ve ACABA"lar da vardı.Ama bildiğim bir şey vardı ki en doğru cevabı "SİZ" verecektiniz ve verdiniz de ... İçimize öyle bir cesaret ve yola devam coşkusu pompaladınız ki bir sonraki sayının heyecanı ile yanıyor yüreğimiz. Hepinize ayrı ayrı TEŞEKKÜR etmek istiyorum, okuyan, yorum yazan, tebrik eden hepinize ...AJANDA'yı ve bizi izlemeye devam edin diyorum :)

Gelelim sebebi bloğumuza. Yemekbahane'ye vesile gerek, sırf günü güzelleştirelim diye değil mi?

Bugünkü vesilemiz ise bu ağızda süper bir keyif bırakarak çıtır çıtır dağılan enfes rulolar. Yapımı da son derece basit. Acemi mutfak şefleri hem de tam size göre !!

Malzemeler:

2 yufka

1 su bardağı tahin

1,5 su bardağı ceviziçi

1/2 su bardağı tozşeker

Üzeri için pudra şekeri

Fırınımızı 180 derecede ısıtıyoruz.

Yufkamızın ilkini tezgahımıza seriyoruz. Üzerine tahini bir kaşık yardımı ile sürüp, tozşeker ve ceviz serpiyoruz. İkinci yufkayı da serip aynı işlemi tekrarlıyoruz. Üstüste olan yufkaları rulo şeklinde sarıp 2-3 cm kalınlığında verev dilimler şeklinde kesiyoruz. Yağlanmış ya da yağlı kağıt serilmiş tepsiye dilimleri dizip üzerleri pembeleşinceye kadar pişiriyoruz.

Piştikten sonra fırından çıkartıp soğumaya bırakıyoruz.
Üzerlerine pudra şekeri serpip servis ediyoruz.
Afiyetle, sağlıkla
--------------
Teşekkürler Yemekbahane :)

6 Temmuz 2010 Salı

Asiyiz ama bir gün anne olacağız, anlarız duygulardan

Yaşımızdan mı, ailemizden mi bilinmez ama ruhumuzda asilik, başkaldırı, direnmek, protesto etmek, muhalafet etmek, doğru bildiğimizi evde, okulda, işyerinde, sokakta savunmak var. Bakmayın öyle orta karar güzel olduğumuza aslında erkek gibiyiz. Ancak ne yaparsak yapalım içimizde bir anne duygusu var. Belki her şeye daha duyarlı, daha asi bakışımız bundandır.

Erkek arkadaş çevrem genellikle bizim yanımızda hatun sohbeti yapmaktan fazlasıyla hoşlanırlar. Geçen hafta konu "Özge Uzun" idi. Anlatış hallerini görseniz, sözlerini dinleseniz "lan bunlar hakikaten güvenilmez yaratıklar" dersiniz. Belki içleri aslında görünmek istedikleri maçoluktan uzaktır ama beni bağlamaz. Ben bu konuşmadan sonra kim ula bu "Özge Uzun" denen hatun?? merakına düştüm. Tamam bizim erkekleri toplasanız  beşinin en iyi fiziki yanlarını birleştirseniz bir İlyas Salman olamazlar ama merak etmedik değil bu gözlerinin içi parlayarak anlattıkları hatun kişiyi. Baksana sabah kalkıp haber saati izler bile olmuşlar. Oysa ben nefret ederim erken kalkmaktan. Hadi dedim internetten bakayım önce nedir ne değildir, sonra gerkise erken kalkar bir sabah izlerim. Wala hatun kişi güzel, soyadı gibi uzun, alımlı ama her resminde gözleri bu kadar güler mi insanın ya?! dedim ve araştırmayı genişlettim. İşte orada karşıma bir Dağhan gerçeği çıktı. Bu bizim sadece vücuda bakan, biraz bacak görünce azan, hayvani duyguları çok ama kendileri az gelişmiş erkek milletinin asla haberinin olmadığı bir durum vardı ortada. Çok tatlı, çok şirin, mavi gözlü bir dev. Hatta kendi blogu bile var bu devin "MAVİ GÖZLÜ KÜÇÜK DEV'İM" diye...

Okudukça, internette araştırdıkça Dağhan'ı kucaklamak, öpmek öpmek öpmek istedim. Ve ona şunları söylemek istedim : "Annen var ya annen sadece dünyanın en kutsal işini yapıp seni karnında taşımadı, sadece seni dünyaya getirmedi. O annen var ya kimsenin kolay kolay taşıyamayacağı bir yükü gülen gözleriyle, gözlerinden saçılan pozitif enerjisiyle başkalarını cesaretlendirirken taşımaya devam ediyor. Herkes kolay anlamaz bu durumu. Keşke Meryem ana hayatta olsa ve oğlu İsa'yı çarmıha giderken izlediği anları anlatsa dünyaya. Emin ol Dağhancım senin annen işte Kutsal Meryem gibi bir anne" Zaten bütün anneler kutsaldır öyle değil mi?
Bir haftadan fazla zamandır Özge Uzun'u izliyorum. Kendisiyle barışık hallerini, gülen yüzünü, parıldayan, enerji saçan gözlerini... Evladına olan sevgisi ve evladının alkışlanacak mücadelesine yaptığı katkısı esas olarak onu benim gözümde güzel yapan. Bu yazıyı yazdım çünkü kadın vücudunu başka gözle görmeyi erkeklik sanan bazı hıyarlar belki bir kez olsun farklı gözle izlerler "Güne Merhaba"yı.

Teşekkürler Özge Uzun ve mavi gözlü küçük dev adam. Anneme bu akşam daha sıkı sarılmam gerektiğini bana hatırlattığınız için.

Anneme bu akşam şunları söyledim "devrim yapamasam bile evlenir çocuk yaparım be anne, annelikten daha büyük devrim mi var?" :) ...


5 Temmuz 2010 Pazartesi

ajaNDA Temmuz Sayısı


Bir aydır üzerinde yine titizlikle çalıştığımız online aktüel dergi aJaNDa 'nın temmuz sayısı bugün yayında. İlk sayı ve tatil eki'nden sonra aldığımız yorumlar bu sayıya daha motive bir şekilde hazırlanmamıza neden oldu.

Yine birbirinden renkli ve farklı bir çok konunun yer aldığı Temmuz sayımızı online olarak veya bilgisayarınıza pdf olarak indirerek istediğinizde açıp okuyabilirsiniz. Okumaktan keyif almanızı dileyerek sizi yeni sayımızla başbaşa bırakıyorum :))
---------------
Yukarıdaki yazı çok beğenerek takip ettiğim ve herkese tavsiye ettiğim bir blogdan (Hayatımın Renkleri) alındı. Bloga ulaşmak için TIKLA...
Ve ajaNDa isimli online dergiyi mutlaka takip etmenizi öneririm. İki sayısı çıktı ve bayıldım.

Bitter Moon - Roman Polanski'den Kışkırtıcı Bir Film


Dün seyrettim hemen not almak istedim.

Bazı filmleri yazmak için bekletiyorum vakitsizlikten ama aslında okunan kitap veya izenen filmler hemen yazılmalı, hissettirdiği duyguları ve anlamları kaybetmemek için.

Kitapların etkisi biraz daha uzun sürebiliyor aslında, hele benim gibi bir kitabı günlerce okuyorsanız.

Ben kitapları çabuk okuyamıyorum, bir günde kitap bitirenleri de kıskanmıyorum açıkçası. Bu uzun süreçte sindire sindire ve o yaratılan dünyada yavaşça vakit geçrimeyi seviyorum.

Uyumadan önce düşüncelerimde, ve ya boş kaldığım anlarda o dünyada geziniyorum.

Kitap bittiğinde de etkisi öyle çabuk geçmiyor, uyandırdığı hisler, canlandırdığı anılar ve benim için ortaya çıkardığı anlamlar bir süre meşgul ediyor beni.

Ama filmler öyle değil, film sınırlı bir sürede çok çabuk tüketilen birşey. Hele kimseyle paylaşmazsanız, üzerinde düşünecek süre tanımazsanız kendinize sadece vaktinizi geçirdiğiniz bir araca dönüşmüş oluyor.

Aslında bu blogu açmamın sebeplerinden biridir bu. Bir arşiv oluşturmak, seyrettiğim filmlerin bende yarattığı anlam ve hisleri not etmek ve paylaşmak. Daha sonra aynı filmi seyrettiğimde dönüp yazılarıma baktığımda kendimi zaman içinde ziyaret etmek.

Bitter Moon 1992 yapımı Roman Polanski filmi.
Aşkın ve tutku'nun insanı nasıl bitirebileceğini gösteriyor,
Tutku ruh emen bir kara deliktir,
Aşağılanmayı, gururunu kaybetmeyi kabullenirsin,
Varlığının önemi yoktur
Sen bir hiçsindir, buna da boyun eğersin
Tutkunun seni boş bir nesneye çevirmesine izin verirsin
diyor,
Ama asıl diyor ki..
Sana boyun eğen birini bulursan sadist yanın ortaya çıkar, karşındakine büyük bir keyifle acı çektirirsin
Şehvet seni çok kolay kandırır, herşeyi bir kenara bırakır ve kendi ruhuna eziyet etmeye hazırsındır.

(Bu iki önermesini çok dikkatli okuyun, özellikle birincisini yaptığınızın farkına vardınız mı. En basit örnek olarak sevdiğiniz biri siz kızdırdı ve siz ona darıldınız, özür dilemesine ve üzgün olmasına rağmen onu böyle görmeyi sürdürüyorsunuz değilmi - en azından bir kaç dakika daha, bu da sadistlik işte:))

İşte film bu, yine konusunu anlatmayacağım, sadece şunu söyleyebilirim kurgusu harika, flashback'lerle oluşturulmuş bir hikaye. Bir ilişkinin geçmişinin sorgulandığı ve merak uyandıran öyküsü günümüzle girift bir yapı oluşturunca, insanlığını, kişiliğini ve masumiyetini kaybeden iki çifte tanık oluyoruz.

Gerçekten şok edici bir sona sahip film, ben açıkçası epey güldüm sonunda dram olmasına rağmen, çünkü bir insan öyle bir hale geliyor ki, bir yalanın içinde kendine olan güveni, inancı ve bencilliğiyle yüzleştiği anı görülmeye gerçekten değer oluyor.

Oyuncular: Peter Coyote, Emmanuelle Seigner (Polanskinin eşi), Hugh Grant

http://sanatnotlari.blogspot.com/  dan alınmıştır. Ellerine sağlık.

Seni bilirkişi kabul edene 5 senin bildiğine 15

Kazım Koyuncu ölmedi İstiklal Caddesi'nde yürüyor.

Hadi Diyarbakır 5.Ağır Ceza Hakimleri cesaretiniz varsa gelin tutuklayın Kazım'ı.
Kazım Koyuncu asidir, anti-faşist ve devrimcidir, karadenizlidir, halktan birisidir ve halk çocuğudur. Anısına çamur atamazsanız, leke sürmeye kalkamazsanız. Bunun hesabını Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri soramazsa dünyanın her yerinde her platforma ve her sokağa taşır biz sevenleri sorarız. O kararı yazdıran ve imzalayan hakimler cüppelerini asmak ve Türkiye halklarından özür dilemek zorundadırlar. O sözde bilirkişi, mahkemeye sanık olarak çıkarılmalı ve bu alçakca iftirasının hesabı sorulmalıdır.

Hadi kendini bilmez zavallı bilirkişi gel yakala Kazım'ı. Artvin'e gel, Trabzon'a gel, Rize'ye, İzmir'e, Bursa'ya, Ankara'ya, Mersin'e, Antalya'ya, Adıyaman'a gel. GELİN HADİ YAKALAYIN KAZIM'I. Varsa yüzünüz, varsa cesaretiniz Kazım'ın suratına okuyun mahkeme tutanaklarınızı, gerekçeli kararınızı.

Türkiye gariplikler, acizlikler, hukuksuzluklar, insan hakları ihlalleri ve faşizm konusunda dünyaya taş çıkartmaya devam ediyor.

Bilirkişiye göre Kazım Koyuncu PKK'lı

Diyarbakır'da mahkeme, "bilirkişi heyeti" diye özel harekatçıları seçince Kazım Koyuncu "örgüt sempatizanı" oldu. "Kazım Koyuncu'yu, unutmayın" sözleride verilen 10 ay hapis cezasının onlarca gerekçesinden birisi oldu.

Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi, Tutanakla birlikte polisin çektiği kamera görüntülerini ve fotoğrafları delil olarak kabul etti. 

"Açılım budur işte! Karikatürize edilmiş dava ve karar".

"Böyle komiklik olur mu? Özel harekat polisi nasıl bilirkişi heyeti olur? Bu kadar karikatürize bir dava olamaz. Açılım budur işte!"

Mahkemenin 29 Haziran'da yayınlanan gerekçeli kararında; Laz müziğinin sevilen sesi Kazım Koyuncu ve "Kürtçe şarkı yapacağım, bunu yayınlayacak yürekli insanların da olduğunu biliyorum" dediği için uğradığı siyasi linç sonrası sürgüne gittiği Paris'te yaşamını yitiren sanatçı Ahmet Kaya, PKK'nin sempatizanları olarak ele alındı.

Karadeniz'in birçok yerinde adına festivaller düzenlenen, ülkemizin her yanında anılan ve hatta daha 3 Temmuz'da İzmir'in Cumhuriyet Halk Partili (CHP) Karabağlar İlçe Belediyesi'nin de adına festival düzenlediği Kazım Koyuncu'nun da "PKK sempatizanı" olarak gösterilmesi ise polisin tutumunu ortaya koydu.

Aslında burada Türkiyede faşizmin ne kadar pervasız olduğunun ispatı bir kere daha yapıldı. O özel harekat polisini "bilirkişi" kabul eden mahkeme, gerekçeli kararına "Kazım Koyuncu ve pkk" kelimelerini birlikte koyarak bir acizliğin, bir hukuksuzluğun, halk düşmanlığının, insana karşı düşman olmak bir yana ölüler diyarına bile düşmanlığın ispatını ortaya koydu.

Ben olduklarını pek sanmıyorum ama bu ülkenin hâla varsa aydınları bu kararı hemen protesto etmek zorundadırlar. Kazım Koyuncu'nun dostları, devrimciler, Türkiye devrimcileri, karadenizliler, egeliler, trakyalılar bu mahkeme heyetini, o özel harekatçı bilirkişiyi ve mahkeme kararını her yerde afişe etmeliler.

Bu yazı "Kazım Koyuncu'yu pkk sempatizanı" olarak gösteren
Diyarbakır 5.Ağır ceza mahkemesi'nin gerekçeli kararı ve içeriğine karşı yazılmıştır.

KAZIM KOYUNCU ÖLMEDİ, İSTİKLADE YÜRÜYOR!