19 Kasım 2010 Cuma

19 Aralık Katliamı (Hayata Dönüş Operasyonu)

19 Kasım 2000 günü süresiz açlık grevini 30 gündür sürdüren devrimci tutsaklar direnişlerini bir üst boyuta taşıyor ve ölüm orucuna başlıyorlardı. İşte devlet tarafından Hayata Dönüş Operasyonu olarak adlandırılan bu katliamın son 30 günü 10 yıl önce bugün başlamıştı.  19 Aralık 2010 tarihine kadar bu katliamla ilgili gazete, dergi haberleri ve köşe yazılarını bloga taşıyacağım. Yazılmış, yayınlanmış eski yazıları paylaşacağım. 12 Eylül 1980 ile 30 yıldır yüzleşemeyen bu ülkenin 10 yıl önce yaşanan bu katliamla yüzleşmekten kaçmaması için bende blogumda elimden geldiğince bu konuyu sürdüreceğim...

Devrimci çevrelerce kullanılan tabirle 19 Aralık Katliamı... Hükümetin Türkiye'de cezaevlerindeki bazı tutuklu ve hükümlülerinin, suç faaliyetlerini cezaevi ortamında da devam ettirmelerini engellemek için başlattığı sözde "Hayata dönüş" operasyonu... Tutuklu siyasal suçluların F tipi hücre sistemine geçişi engellemek amacıyla, 20 Ekim'de başlattıkları açlık grevlerini, 19 Kasım tarihinde ölüm orucuna dönüştürmeleri üzerine, 19 Aralık 2000 tarihinde, 20 cezaevine birden yapılan, 2'si asker 30'u tutuklu 32 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı, yaklaşık 10000 güvenlik görevlisi tarafından gerçekleştirilen operasyonlara verilen resmi tanım.

Bu operasyon sırasında Ümraniye Kapalı Cezaevi'nde Uzman Çavuş Nurettin Kurt ile Çanakkale Kapalı Cezaevi'nde Mustafa Mutlu adlı iki asker de yaşamlarını yitirmişti. İlk olarak, Nurettin Kurt’un, teslim ol çağrılarına ateşle karşılık veren mahkumlarca vurulduğu açıklanmıştı. Ancak Kurt’a yapılan otopside ölüme yol açan yaralanmaya “yüksek kinetik enerjili bir silahın” sebep olduğu belirlendi. Ümraniye Cezaevi’nden çıkarıldığı iddia edilen beş adet tabancanın içinde “yüksek kinetik enerjili silah” olarak kabul edilen uzun namlulu silahlar yoktu. Ayrıca silahın mahkûmlarda olmayan uzun namlulu bir silah olduğu belirlendi ve Kurt'un ölümüne yol açan silahın mahkûmlardan elde edildiği öne sürülen silahlar olmadığı belirtildi. Raporda, ölüme yol açan silahın sadece AK-47 ya da G-3 piyade tüfeği olabileceği belirtildi ve Kurt'un askerlerin silahıyla öldüğü kesinleşti.

Operasyon

Resmi makamların operasyonla ilgili dile getirdikleri açıklamaların ve basında çıkan birçok haberin de yalan ve sahte olduğu ortaya çıkmıştı. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün "ayrıca askerin öldürdüğü tutukluların askerle çatışmaya girdiğini" demeci ve bazı ölümlerin tutuklular arasındaki çatışmadan çıktığını iddiası ortaya atmıştı. Adli Tıp uzmanlarının raporlarına göre, Bayrampaşa Cezaevi'ne yapılan operasyon hakkında söylediği "Kalaşnikofla ateş ettiler" diyen bakan Türk'ün demeçlerinin asılsız olduğunu ortaya koymuştu. Rapor'a göre, Koğuşlardan ateş edilmemiş, öldürücü dozun üzerinde gaz bombası kullanılmıştı.Bayrampaşa Kapalı Cezaevi'ndeki C-1 koğuşundaki kadın tutukluların güvenlik görevlilerinin kullandığı göz yaşartıcı, gaz ve sinir bombalarının çıkardığı yangında öldükleri belirlendi. Adli tıp uzmanlarının raporunda, yanarak ölen kadınların giysi parçaları ve ciltlerinde yanıcı olan solvent maddelerinin bulunduğunun tespit edildiği vurgulandı. Yine Adli tıp raporuna göre silahlı bir direniş olmamıştı. Kömüre dönmüş koğuşlarda yapılan aramalarda silaha da rastlanmamıştı. Bilirkişi raporunda ayrıca mahkûmların bulunduğu taraftan güvenlik görevlilerinin bulunduğu yöne doğru ateş açılmadığı, atışların dışarıdan içeriye doğru yapıldığı kaydedildi Raporda, 12 kişinin hayatını kaybettiği C-1 koğuşunda 6 kadın tutukludan 5'inin yanarak 1'inin ise gazdan zehirlenerek öldüğü yazıldı. C-1 koğuşunda hayatını kaybeden Yazgülü Güler Öztürk, Seyhan Doğan, Özlem Ercan, Şefinur Tezgel ve Gülser Tuzcu'nun cesetlerine yapılan otepsilerde elbise parçaları ile saç, doku ve cilt örneklerinde, tinerde bulunan organit solventlerden toluenxylene ve metanol saptandığı kaydedildi. Nilüfer Alcan adlı tutuklunun ise gaz zehirlenmesi sonucu öldüğü tespit edildi. Raporda, operasyonda kullanılan bombaların etkin maddesinin 20 gramının 38 dakikada insanı öldürdüğü vurgulanarak, "C-1 koğuşunda 35 gram bomba maddesi bulundu" denildi. Yine aynı koğuşunda patlayan onlarca gaz bombasının yanında patlamamış 45 adet bomba bulunmuştu. C-14 ve C-15 koğuşlarına da ateş açıldığı ve içeri, üzerinde "Kapalı yerlerde kullanmayın" ve "Bombayı insan ve yanan madde olmayan sahaya fırlat" yazılarının bulunduğu çok sayıda göz yaşartıcı bomba ile gaz bombasının atıldığı kaydedildi. Tutukluların silahla birbirlerini öldürdüğü iddiası da, tutukluların uzun mesafeden açılan ateş sonrası öldüğünü belirleyen adli tıp raporuyla çürütülüyordu. Rapor ayrıca, kimi delillerin karartıldığını ve jandarma tutanağınındaki verilerindeki bazı çelişkileri de ortaya çıkartmıştı.
Operasyonla ilgili (sonuçlanan) tek tazminat davası, T Bayrampaşa Cezaevi'nde askerlerin öldürdüğü Murat Ördekçi'nin ailesinin İçişleri ve Adalet Bakanlığı aleyhine açtığı dava idi. İstanbul 2. İdare Mahkemesi, toplam 109 milyar lira tazminat cezasına hükmetmişti ve operasyonlarıyla ilgili ilk yargı kararı: “Yaşam hakkı ihlal edildi. Ölen hükümlünün ailesine 109 milyar ödenmeli” olmuştu, diğer cezaevlerindeki operasyonlarla ilgili de bugüne kadar sonuçlanan dava yok.


Operasyonun ardından 154 hükümlü hakkında da, faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek, isyan ve intihara azmettirmek suçlarından ömür boyu hapis istemiyle dava açılmıştı. 154 hükümlü hakkında açılan davada, 2005'te Ağır Ceza Mahkemesi delil durumlarını dikkate alarak, tutuklu yargılanan yedi hükümlü'nun tahliye kararı onaylanmıştı.

'Hayata Dönüş' operasyonunun Adli Tıp raporlarını yayınladığı için Radikal Gazetesi'ne dava açılmıştı ve İstanbul 5 No'lu DGM'de görülen duruşmada Radikal Gazetesi Sorumlu Yazı işleri Müdürü Hasan Çakkalkurt ile avukatı Köksal Bayraktar beraat etmişlerdi.
Operasyonda görev alanlar hakkında açılan ve halen süren birçok dava bulunuyor.
F tipi cezaevlerinin mimarlarından olan ve Operasyon sırasında Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü görevinde bulunan ve Ali Suat Ertosun'a 2004 yılında AKP hükümeti kararıyla Devlet Bakanı Cemil Çiçektarafından 'Devlet Üstün Hizmet Madalyası' verilmişti.

Yaşamını yitirenler

‘Hayata Dönüş’ Operasyonu’nda yaşamını yitiren tutukluların listesi ise şöyle:
1. Ahmet İbili. Ateşli silah yaralanması ve yüzeysel yanıklar. Ümraniye.
2. Ali Ateş. Ateşli silah yaralanması. Bayrampaşa.
3. Ali İhsan Özkan. Bursa.
4. Alp Ata Akçayüz. Ateşli silah yaralanması. Ümraniye
5. Aşur Korkmaz. Ateşli silah yaralanması. Bayrampaşa.
6. Berrin Bıçkılar. Yanık ve ölüm orucu sonucu ölüm. Uşak.
7. Cengiz Çalıkoparan. Ateşli silah yaralanması. Bayrampaşa.
8. Ercan Polat. Karın alt kısmında ateşli silah yarası. Ümraniye.
9. Fahri Sarı. Kurşunla ölüm. Çanakkale.
10. Fırat Tavuk. Yanma sonucu ölüm. Bayrampaşa.
11. Fidan Kalşen. Kurşun ve yanma sonucu ölüm. Çanakkale.
12. Gülser Tuzcu. Yanma sonucu ölüm. Bayrampaşa.
13. İlker Babacan. Çanakkale.
14. İrfan Ortakçı. Çankırı.
15. Murat Ördekçi. Ateşli silah yaralanması. Bayrampaşa.
16. Murat Özdemir. Bursa.
17. Mustafa Yılmaz. Ateşli silah yaralanması. Bayrampaşa.
18. Nilüfer Alcan. Yüzü ve elleri 1. derecede yanık, duman zehirlenmesi. Bayrampaşa.
19. Özlem Ercan. Yanma sonucu ölüm. Bayrampaşa.
20. Seyhan Doğan. Yanma sonucu ölüm. Bayrampaşa.
21. Sultan Sarı. Çanakkale.
22. Şefinur Tezgel. Yanma sonucu ölüm. Bayrampaşa
23. Ünsal Gedik. Kafasında ekimoz var. Karbonmonoksit zehirlenmesi olabilir. Ümraniye.
24. Yasemin Cancı. Uşak.
25. Yazgülü Güder Öztürk. Yanma sonucu ölüm. Bayrampaşa.
26. Halil Önder. Ceyhan.
27. Hasan Güngörmez. Ölüm Oruçcusu. Sincan.
28. Rıza Poyraz. Ateşli silah yaralanması, künt kafa travması. Ümraniye.
29. Kimliği Belirsiz. Ateşli silah yaralanması ve yüzeysel yanıklar sonucu tanınmaz durumda. Ümraniye.
30. Kimliği Belirsiz. Ateşli silah yaralanması ve yüzeysel yanıklar sonucu tanınmaz durumda. Ümraniye.

‘Hayata Dönüş’ Operasyonu'nın 2000-2001 Bilançosu 

Operasyon Düzenlenen Cezaevi Sayısı: 20
Öldürülen Tutuklu Ve Hükümlü Sayısı: 30
Hastaneye kaldırılan yaralı Tutuklu-Hükümlü: 237
Yaşamını Yitiren Asker: 2
Yaralanan Asker sayısı: 6
Edirne F Tipi Cezaevine Sevk Edilenler: 348
Kocaeli F Tipi Cezaevine Sevk Edilenler: 340
Sincan F Tipi Cezaevine Sevk Edilenler: 341
Kartal F Tipi Cezaevine Sevk Edilenler: 67
Bakırköy Kadın Ve Çocuk Tutukevine Sevkler: 45
Açlık grevi süren cezaevi: 41
Operasyon öncesi ölüm orucunda olanlar: 259
Operasyondan sonra ölüm orucunu sürdürenler: 357
Açlık Grevini Sürdürenler: 1656
Operasyonu Protesto sırasında Gözaltına Alınanlar: 2145
Operasyonu Protesto Edenlerden Tutuklananlar: 58
Copla tecavüz iddiası: 8
Operasyon sonra basılan kültür merkezi, dernek, parti binası: 18
Mühürlenen dernek sayısı: 2 

15 Kasım 2010 Pazartesi

Mustafa Kemal'i Tel Aviv maçında neden oynattılar?

İsrail Futbol Federasyonu'nun resmi sitesinde yayınlanan makale, sadece Mustafa Kemal'in 1915 yılında Filistin'de maça çıktığına yönelik iddiaları nedeniyle tartışıldı. Oysa ki aynı makalede İsrail devleti kadimleştiriliyor.
İsrail Futbol Federasyonu'nun resmi sitesinde yer alan bir makalede Mustafa Kemal'in 1915 yılında Osmanlı padişahının izniyle yapılan Maccabi Tel Aviv maçında oynadığı, Osmanlı takımının beraberlik golünü de bizzat kendisinin attığı iddia edildi.
Federasyonun resmi sitesindeki makaleye göre, 1906 yılının sonlarına doğru o dönem Filistin'in en önemli limanlarından Yafo'ya gelen bir gemiden inen Mustafa Kemal'in dikkatini futbol oynayan gençler çekiyor. Osmanlı Devleti'nin resmi politikası Filistin topraklarındaki siyonist yerleşimlere karşı olduğu halde, iddiaya göre Mustafa Kemal, padişahtan izin alarak siyonist liderlerin gençlere futbol ve Siyonist düşünceyi aşılamak için kurduğu Maccabi Tel Aviv ile bir maç yapıyor.
Makalenin dikkat çeken bir diğer yanı ise, aynı gençlerin daha sonra Osmanlı saflarında İngilizlere karşı savaştığı. Makalede birçok Yahudi gencin İngilizlere karşı Osmanlı ile omuz omuza savaştığı ve bu uğurda yaşamlarını yitirdiği iddia edilerek "ne diyelim vatanlarımız sağolsun" ifadesine yer veriliyor.
Mustafa Kemal o dönemde neredeydi?
Türkiye'de gazeteler söz konusu makaleye yoğun ilgi gösterdiler ancak sadece Mustafa Kemal'in o dönemde Filistin'de bulunmasının imkansız olduğu, böyle bir maça çıktığı iddialarının hayal ürünü olduğu yorumları yapıldı. Konuyla ilgili görüşlerine başvurulan tarihçiler de benzer görüşler ifade ediyor.

Tarihçi Halaçoğlu, "Bu tarihte böyle bir şeyin olma ihtimali yok. Bu iddiayı atanların hayal güçleri iyi ancak tarih bilgileri ise çok kötü” derken; Berktay, "18 Mart 1915’te denizden ilk zorlama girişimi oluyor. 6 Ocak 1916’ya kadar abluka kesintisiz devam ediyor. Bu şartlar altında başını kaşıyacak vakti olmayan Atatürk’ün bugünkü İsrail topraklarında futbol oynadığını iddia etmek bildiğimiz tarih ile çelişiyor. Olacak şey değil, bu iddiayı duyunca çok çok şaşırdım” diyor.
İsrail laik Türklere mi oynuyor?
İsrail özellikle AKP hükümetiyle başlayan ikili ilişkilerdeki gerilimi Türkiye'de "İslamcıların iktidara gelmesi" ile gerekçelendiriyor. Bir süredir Türkiye'deki laik kesime göz kırpan İsrail, sorunun nedeni İsrail'in politikaları değil, AKP'nin "Mustafa Kemal'in lailk Türkiyesini değiştirmesi" olarak gösteriyor. Bu açıdan makalede Mustafa Kemal'in siyonistlere sempati duyduğunu mesajının dolaylı olarak verilmesi şaşırtıcı değil.

Siyonizmin tarihi
Makalenin tartışılmayan ancak daha önemli boyutu ise İsrail devletini kadim gösterme çabası. İsrail 1948'de kurulmuş olduğu halde, makalede bu tarihten önce "Filistin" olarak adlandırılan bölgeden "İsrail toprakları" olarak bahsediliyor. Öte yandan "vatanlarımız sağolsun" sözüyle yine Filistin'deki Yahudilerin o dönemde bile bir Yahudi devleti arzuladıkları iddiası mevcut ancak Siyonizmin tarihi bu iddiayla çelişiyor.

Siyonizmin anlamı tarih boyunca sürekli olarak değişti ve makalede iddia edildiği gibi 1900'lü yılların başında Filistin'deki Yahudiler yaşadıkları topraklarda bir devlet kurma arzusuyla harekete geçmediler. Bölge Yahudiler tarafından "Sion" olarak adlandırılıyordu.
Avrupa'da bulunan Yahudiler ise tarih boyunca dışlanmış, katliamlara uğramış ve bulundukları ülkelerdeki işçi sınıfının en yoksul kesimlerini oluşturuyordu. Bu nedenle Avrupa'da faşizmin yükselişine kadar, Yahudi işçiler bulundukları ülkelerdeki işçi sınıfının çoğunlukla örgütlü, sosyalist ve öncü kesimi oldular.
Siyonizmin siyasi bir proje olması ve bir Yahudi devleti arayışı da özellikle bulundukları ülkelerde yatırımları kısıtlanan Yahudi sermayedarların arayışlarıyla örtüştü. 1897'de Avusturyalı Yahudi Gazeteci Theodor Herzl'in önderliğinde Basel'de toplanan ilk siyonist kongrede "Yahudi devleti" bir amaç olarak tanımlandı ancak bu dönemde bile Yahudi devletinin Filistin'de kurulmasından bahsedilmiyordu. Kongrenin bu amaca yönelik olarak Yahudilere yaptığı çağrı en çok Yahudi sermayedarlar tarafından desteklendi. Bu nedenle bir devletin kurulması için toprak satın alınması, buraya yapılacak göç ve yerleşimlerin finansmanı için banka kuruldu.
Yinede Avrupa'daki Yahudilerin temel eğilimi, bulundukları ülkelerdeki baskıcı rejimleri değiştirmekti. Bu nedenle Yahudilerin esas eğilimi siyonizmden çok sosyalizm oldu.
1917 yılında İngiltere Balfor Deklerasyonu'nu ilan ederek, "topraksız bir halka, halksız bir toprak vermek" iddiasıyla, Yahudilerin Filistin'e yerleştirilmesine izin verdi. Siyonistlerin Filistin'de bir Yahudi devleti talebi de bu dönemlerde belirginleşti. İngiltere'nin Yahudilere Filistin topraklarını vaat etmesinin temelinde iki neden yatıyordu. Birincisi, ABD'deki güçlü Yahudi lobisinin desteğini alarak bu ülkeyi Birinci Dünya Savaşı'na sokmak; ikincisi ise, Yahudilerin kaderini değiştiren, onları dışlanmış bir topluluk olmaktan çıkaran Bolşevik devrimine yönelik artan sempatiyi kırmak.
Bu tarihten itibaren Yahudiler'in Filistin'e göçünde ciddi bir artış yaşandı ancak 1948'e kadar İsrail devleti için çalışan kesim, bu topraklarda yüzyıllardır yaşayan Yahudiler olmadı. Bu görüş özellikle göçmen Yahudiler arasında yaygınlık kazandı ve Filistinlileri topraklarından kovmak ve İngiliz sömürgeciliğini kovmak gibi amaçları olan Yahudi terör örgütleri bu göçmenlerden oluştu. Örneğin ünlü bir Yahudi terörist olan Eitan Livni (İsrail eski Dışişleri Bakanı Tzipi Livni'nin babası) Polonya doğumlu bir Yahudiydi ve Filistin'e 1925'te gelmişti. Eitan Livni'nin de üyesi olduğu Irgun Filistinlilere yönelik katliamlarıyla gündeme gelen bir örgüttü ve yöneticileri Filistin'e 1917 sonrasında gelmişti.

http://haber.sol.org.tr den alınmıştır