8 Ekim 2009 Perşembe

Vatan Gazetesi ve İki Mutlu


Hani kolunu sallasan çarpıyor dedikleri olay Vatan Gazetesi'nde mevcut. Her yer Mutlu kaynıyor. Mutlu ya da mutsuzlar ama hepsi Vatan'da. Serdar Mutlu, Zafer Mutlu, Mustafa Mutlu ve Mutlu (Tuğçe Baran) Tönbekici. Mutlulardan Serdar gazetenin imtiyaz sahibi. Mutlulardan Zafer ise gazetenin kendisi. Mustafa ilk isimli Mutlu akp muhalifi ve bazen ülke ortalamasına göre oldukça objektif bir köşe yazarı. Tönbekici olan Mutlu ise Tuğçe Baran'dan dönme akp yalakası, ondan da kötüsü halk düşmanı, insan düşmanı bir provakatör. Kısacası zavallının birisi. Artık Vatan gazetesi bile ona fazlasıyla batıyor olmalı. Yakında Zaman veya Taraf kendisine bir köşe verir.

Bir çok insanımız gibi bende, bir gazeteci içinde yaşadığı ülkeye ve o ülkenin insanlarına “gazeteci” gibi yaklaşmalı diye düşünüyorum. Yani, mümkün olduğunca serinkanlı ve objektif.

Bence de memleket insanını bir öpen bir döven, o histeriden bu histeriye zıplayan, duygusallığın şahikasına olur olmaz tırmanışlar yapan bir gazeteci (hele de bir kadın gazeteci!) ortalık karıştırmaktan başka işe yaramaz.

6 Ekim IMF ve DB protestoları sonrası iki Mutlu ile Vatan Gazetesi yaşananların üstüne düşmeye devam ediyor. Bu ülkede çoğunluk Tömbekici kaşarlığında olaya yaklaşıp rahatsız olduğundan Mutlulardan bayan olanı, bu protestonun oturduğu koltuğun tam ortasında bir çivi gibi kendisine ve yalandığı iktidara verdiği acıdan rahatsız. Mustafa Mutlu ise hâla olaya medyamız ortalamalarına göre en objektif açıdan yaklaşmaya devam ediyor.

Mutlu Tönbekici ve 6 Ekim'i okumak için tıkla 1 tıkla 2
Mustafa Mutlu ve 6 Ekim'i okumak için tıkla 1 tıkla 2

Bu ülke iki kutuplu. Ya 6 Ekimde 1 Mayıs alanında ayakta duran kısımdan olacaksın ve onları anlamaya çalışacaksın. Ya da gaz bombası, cop, panzer, kask, kalkan kullananın hizmet ettiği kapitalist katillere yalanacaksın. Haydi saldır ülkem milliyetçisi IMF için bir de sen vur solcuya, muhalife. Oysa IMF ve ABD politikaları senin annenide öpüyor ama sen görmemek için köleliğe devam ediyorsun.
Konuyu saniyede saptırıp kafaları karıştırdıktan sonra tekrar başlığa dönüyoruz.

Mutlu olacaksın bu ülkede. Bir protestoya tv den bile baksan mutlu olacaksın. Seçeceksin. Mutlulardan Tönbekici misin? Mustafa mı? Daha fazlası dersen:

O meydanda ya protesto eden olacaksın ya da protesto edileni bombayla, panzerle koruyan...

6 Ekim 2009 Salı

Teşekkürler RTE, dünya duydu sesimizi sayende !



RTE şöyle der : "Şu kongre alanı dışındaki protestocuların sesini duymalısınız".

İstanbul Emniyet Müdürü hemen verir talimatı:
"Gaz bombalarını tüm Taksim'e atın. Coplayın, tazyikli ve boyalı su sıkın. Çığlıkları kongre vadisine ulaşsın. RTE ses istedi"... Ve TC Polisi gereğini yapar. Taksim, Beyoğlu, gaz, su,  kan ve göz yaşı...

Direnen İstanbul'a ve yurt dışından gelen yoldaşlara teşekkürler. Kusura bakmayın yurtdışından gelen kardeşler, bizim polis böyle, biz alıştık, siz de alışırsınız !


Her şeye rağmen binlerce kişi yine Taksime çıktı. Ve tüm dünya sesimizi duydu. İyi ya da acı...

resimler ve video çekimleri için koskorcuk abimize teşekkürler.

5 Ekim 2009 Pazartesi

Ayakkabı (Bis) !


Bağdat’tan sonra Istanbul’da da bir gazeteci bir iktidar temsilcisine ayakkabı fırlattı. Gazeteci esas olarak ne iş yapar? Yapmalı? Son dönemlerde gazeteciler haber yapmak yerine neden daha çok haber olmayı tercih ediyor acaba?
Birgün gazetesi politika editörü Selçuk Özbek’in 1 Ekim Perşembe günü Bilgi Üniversitesindeki bir toplantıda İMF Genel Müdürü Dominique Strauss-Kahn’a (DSK) ayakkabı fırlatması hem siyasi hem de gazetecilik etiği açısından tartışmaya yol açtı.
Siyasi açıdan bakıldığında, şiddet içermeyen her türlü tepkinin, protestonun demokratik ortamda hoşgörüyle karşılanması, bunun doğal, olağan, hatta yasal ve meşru olduğunu kabul etmek gerekir.
Dünyada her gün bu tür eylemler yapılıyor. Muhalifler, protestocular karşı oldukları kişi ya da kurum temsilcilerine kremalı pasta, çürük yumurta ya da boya atıyor. Özellikle Batı ülkelerinde bu tür eylemler bazen haber bile olmuyor. Eylemci, mağdur tarafından şikayet edilmezse gözaltına bile alınmıyor. Protestoya uğrayan da, üstünü başını temizleyip işine devam ediyor.
Ne var ki, bu son olayda, ‘Türk misafirperverliğine yakışmadı’, ‘Bu bir saldırıdır’, ‘DSK aslında sol kökenli bir yöneticidir’ ya da ‘Global bir başkent olarak Istanbul’un imajı bozuldu’ gibi itirazlar öne sürenler, milliyetçi ve muhafazakar görüşleri ya da garip solculukları nedeniyle demokratik bir hakkı görmezden geliyor.
Kimi yorumlarda, protesto eyleminin yeteri kadar orijinal/yaratıcı olmadığı hatta taklit olduğu hatırlatılıyor. Bazıları ise bu tür bireysel ve kahramanvari eylemler yerine kitlesel protestoların önemine dikkat çekiyor. Bence haklılar.


Gelelim şimdi işin gazetecilik etiği açısına:

Ayakkabıyı fırlatan kişinin gazeteci olması konuyu farklı ele almamızı gerektiriyor. Birgün gazetesi Yazı İşleri Müdürü Selami İnce, Perşembe akşamı TRT 1’de yayınlanan ‘Medya Müfettişi’ programında, protesto eylemini gazete olarak da onaylayıp desteklediklerini söyledi. İnce, ‘Selçuk Özbek’in politika editörü olmasına rağmen, bu toplantıyı bizzat izlemek istediğini’ söyledi. Bir başka haberde ise Özbek’in iki gündür izinli olduğu belirtiliyordu. Selçuk Özbek, olaydan sonra yaptığı açıklamada, olayın ‘spontane olarak’ geliştiğini belirtti. Önceden bir hazırlığı olmadığını söyledi. Ne var ki, salonda, ayakkabı fırlatma olayının hemen ardından, bir genç kızın pankart açmaya çalıştığını gördük. Genç kız ile Özbek’in aynı siyasi grubun üyeleri olduğunu da öğrendik.
....................yazının devamı ve tamamı.