29 Eylül 2009 Salı

Ölümü gösterip sıtmaya; 55'i gösterip 44 liraya razı etmeyin!

Fenerbahçe Spor Kulübü Yönetim Kurulu, yaptığı açıklama ile “7 galibiyetlik serinin şampiyonlukla neticelenmesi” için, 55 Lira olan kale arkası biletlerini, “DERBİ(66TL) ve UEFA maçları hariç” 44 Lira’ya indirdiğini duyurdu.




Yaşanan sevindirici gelişme bir “başlangıç adımı” olarak mutluluk verici olmakla beraber, tribündeki boşlukları gidermek için, kesinlikle yeterli değildir.

Söz konusu “indirimli” fiyatların 2008-2009 sezonunda geçerli olduğu ve kale arkası tribünlerin hali hatırlanacak olursa, bu gerçek daha iyi anlaşılır.

55Lira.Com “Aşırı Pahalı Bilet Fiyatlarına Karşı Başkaldırının Simgesi” olmuştur. Bilet fiyatları halkın gelir düzeyine göre ayarlanana kadar bu simge altında devam edecek olan mücadelede, talebimiz ilk günden bu yana aynıdır.

“Ülkemizde kale arkası tribünlerini dar gelirli ve öğrenci vatandaşlarımızın doldurduğu” gerçeğinden hareketle;


Talep ediyoruz.

1. Kale arkası tribün bileti fiyatları mutlaka daha aşağı çekilmelidir. Kombine kart alan taraftarları mali anlamda mağdur etmeden yapılabilecek bir basit hesap mantığıyla; daha ucuz bilet fiyatlarında tribünü dolduracak taraftar, pahalı biletle maça gelebilen az sayıda insandan daha fazla kar getirecektir.

2. Migros tribünün belli bloklarında, örneğin alt katta, “Öğrenci Bileti” uygulamasına geçilmelidir. Bu aşamada stadyum yapısından kaynaklanabilecek fiziksel imkansızlıkların aşılabildiği, geçtiğimiz sezonlarda Maraton Tribününde yapılan bir takım uygulamalarda görülmüştür.
Tekrar ediyoruz.

Türkiye’nin aynası olan Fenerbahçe, ülke gerçeklerinin farkına varmalıdır.

Taraftarın, bilhassa Türkiye nüfüsunda çoğunluğu oluşturan öğrenci ve dar gelirlilerin, Fenerbahçe’yi tribünden seyretmesinin önünde yükselen maddi engeller kaldırılmalıdır.

Kale arkası tribünleri halka açılmalıdır.

28 Eylül 2009 Pazartesi

Diyarbakırspor'un Maruz Kaldığı Muamele Ceza Gerektirir

Bu yazı http://papazincayiri.blogspot.com/ sitesinden aynen alınmıştır.


Diyarbakırspor Başkanı Çetin Sümer şayet Bursaspor ceza almazsa takımı ligden çekebileceğini söyledi. Diyarbakır’ın gittiği her maçta aynı olaylar oluyor. Bu işin tabi bir kısmı Diyarbakır’a has değil. Hemen her stadda aynı şeyleri yaşıyoruz. Önce Türkiye’deki stadların olmazsa olmazı olan İstiklal Marşı hep bir ağızdan aşk ediliyor ki bir an için dahi olsa toplu halde İstiklal Marşı okuma fırsatını kaçırmayalım. Hemen ardından konjuktüre göre “Ne Mutlu Türküm Diyene” veya “Türkiye Laiktir Laik Kalacak” sloganlarından bir tanesi bağırılarak gereken yerlere mesaj veriliyor, tabi bu repertuarın en güzide eseri olan “Şehitler ölmez vatan bölünmez” bütün bunların sonunda taraftarın bölünme problemi hakkındaki kısa ve net cevabı oluyor. Diyarbakır’ı özel yapan şey ise taraftarların Diyarbakır için özel bir repertuar geliştirmesi. Bu repertuarın ayırd edici sloganı “PKK Dışarı”. Maazallah PKK içeri girmiş bulunmuş ise ne yapması gerektiği konusunda kafasında bir karışıklık olmasını kimse istemez.


Giriş bölümünde “PKK”, “Diyarbakır” gibi kelimeler geçen bir yazının anlaşılmasının çok güç olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Ortalama 5.6 sene eğitim görmüş insanlardan oluşan, 11 – 15 sene arası eğitim görenlerinin ise geri kalan hayatlarında gerçek yaşama adapte olabilmek için öğrendiklerini unutması gereken bir ülkede yaşıyoruz. Ortalama bilgi edinme kaynağı TV, tartışma platformu kahvehane, fikirlerini en edebi sunduğu yerin ise internet haber sitelerine yaptığı yorum olan bir kitle var karşımızda. Dolayısıyla “PKK bir terör örgütüdür. Türkiye bölünemez. Terörle bir yere varılmaz” diyerek konuya başlayıp sıramızı savalım, herhangi bir yanlış anlaşılma olmasın.


Diyarbakırspor’a Yapılan Sıradan Faşizmdir ve İnsanlık Suçudur

Türkiye’nin herhangi bir stadında Diyarbakırspor’a atılan sloganlar Diyarbakırspor’un Diyarbakır’ı temsil etmesi, Diyarbakır’ın da PKK’lı olduğu önermesine dayanıyor. Şüphesiz “PKK dışarı” veya “Şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganlarıyla gösterilen “duruş” bir mesaj verme isteğine sahip. Bu mesajın özellikle Diyarbakır’a karşı seçilmesi ise Diyarbakır’ın bu kafalarda PKK ile özdeş olduğunu gösterir. Bu görüş de özetle, “Diyarbakırspor Diyarbakır’ındır, tüm Diyarbakır bilaistisna PKK’lıdır. PKK terör örgütürüdür, demek ki Diyarbakırlılar Teröristtir”den ibaret. Bir şehirde yaşayanların hepsinin veya hiç değilse çok büyük çoğunluğunun belirli bir etnik gruba veya şehirdaşlığa mensubiyetleri sebebiyle “Terörist” olduğunu düşünmek ise klasik bir sıradan faşizm örneği. Zira gündelik hayatta insanları siyasal mensubiyetleri, inançları ve tabiiyetleri sebebiyle “aynı” kabul etmek, herhangi bir kötü örnekle “özdeşleştirmek”, onları tek potada eritmek faşizan bir zihin alışkanlığına tekabül eder. Bu ister Türklerin barbar olduğunu düşünen bir Avrupalıda bulunsun, ister zencilerin aşağılık ırktan geldiğini düşünen bir Ku Klux Klan üyesinde görülsün adı faşizm veya biçimine göre ırkçılıktır. Bu durumun meşru kabul edilmesi, sürekli halde tekrarlanması ve buna karşı çıkanların marjinal kalması ise içinde yaşadığımız gündelik hayatın ne kadar faşizan bir atmosfer olduğunu göstermekten başka bir şeye yaramaz. Böyle bir atmosferin ise neler yapabileceğini hepimiz biliyoruz, şehirler ve mensubiyetler üzerinden birbirini düşman kabul eden insanlardan oluşan bir toplumun toplumsal dokusu hastalıklıdır, böyle bir toplumsal doku sürekli bir halde husumet üretmektedir ve bu husumetlerin çözümü için baskın olarak önerilen militarist bir total yok ediş veya savaş çağırısıdır. Bu durum da bir toplumu çok basit olarak kimlikler üzerinden böler. Halbuki Diyarbakırspor’u Türkiye’nin farklı etnik grubuna mensup bir coğrafyasının meşru temsilcisi olarak kabul etmek, bu farklılığı öğrenmeye veya en azından saygı duymaya çalışmak, kültürel iletişimi, toplum içindeki bağları güçlendirecek bir yol olarak düşünülebilir.

Etnik Ayrımcılıkla Mücadele Federasyonun Görevidir

Diyarbakır şiddete maruz kaldıkça ve bu şiddet meşrulaşıp, taraftar grupları arasında kimin Diyarbakır’a daha çok şiddet uygulayacağına yönelik bir yarış başladıkça kabul edilmesi gereken net gerçek bunun toplumsal ayrışmaya yol açacağı ve öncelikle durdurulması gerektiği olacaktır. Ancak böyle bir sonuç ortaya çıkmasaydı dahi herhangi birine veya gruba kitle halinde mensubiyetleri sebebiyle küfrederek sözlü şiddet uygulamak haksızdır ve yasalarca suç olarak kabul edilmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun 216/2 maddesi şöyle diyor: “Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Diyarbakırspor’a “PKK Dışarı” diye bağırmak bu maddedeki hükmün birebir gerçekleşmesini sağlamaktadır. Diğer yandan Diyarbakırlılara stadlarda saldırmak, kafalarına koltuk atmak, taş fırlatmak da herhalde suçtur ve cezasız kalmaması gerekir.

Bu fiillere karşı ceza vermekle yükümlü olan organ özel mevzuat gereği Türk Futbol Federasyonu. “Spor Müsabakalarında Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun”un 17. Maddesi diyor ki “Spor ahlakına aykırı, tahrik edici, aşağılayıcı, dil, din, mezhep, ırk, cinsiyet, etnik ve siyasi ayrımcılığa yönelik söz sarf edilmesi veya bu mahiyette afiş veya pankartların müsabaka alanına veya yakın çevresine asılması yasaktır.” Kanun bu fiil için bir ceza da öngörmekte. Dolayısıyla kanunen bu olaylar karşısında TFF’nin yapması gereken şey, fiilin hak ettiği cezayı vererek saha kapatma ve idari para cezası cezalarını uygulamaktan ibarettir. TFF’nin bu halde yanlı tutum alarak, suçun bu şekilde işlemesine göz yumma hakkı bulunmamaktadır.

Tabi Türkiye’de kurumların neyi yapması gerektiğini söylerken evrensel bazı kıstasları esas alıyoruz. Yani insan hakları, açık toplum, demokratik hayatın ilkeleri gibi evrensel bazı kaidelere referans yapıyoruz. Türkiye’deki hiçbir kurum ise kendine bu tip kaideleri referans alıp hareket etmediği, herkesin kaidesi bu kuralların Türkiye hali olduğu için de uygulamada yaşanan adaletsizliklere alıştık. Örneğin “Hepimiz Ogünüz Hepimiz Mehmet” pankartı sebebiyle Trabzonspor suçu ve suçluyu övmek fiillerinden ceza almalıydı, böyle bir olay hatırlamıyoruz, hemen hemen her maç Türkiye’nin stadlarında büyük olaylar oluyor, işte Fenerbahçe Gaziantep maçından önce olan olaylar malumunuz, gereken ceza gelmiyor. Bütün bunlar birikince de TFF veya herhangi bir idari kurum saygınlık kazanamıyor, güven telkin edemiyor, hepsi haklı olarak çifte standartçı olmakla itham ediliyor. Bundan rahatsızlık oldukları da söylenemez, herhalde sürekli çifte standart uygulamanın kendilerine yarattığı keyfi alanın kendilerine verdiği bir hoşnutluk vardır.

Kuralsızlığa Karşı Kural

Bu saatten sonra insanlığa veya insani bir takım hasletlere referans vererek konuşmak çözüm için yeterli değil. Açık ki faşizan zihniyet herhangi bir insani ahlakla bağdaşmaz ve kendisine referans olarak da böyle bir sistemi almaz. Yani biz vicdandan, insan eşitliğinden, hiçbir insanın ayrımcılığa uğrayamayacağından filan bahsedelim, karşıdaki insanı sırf bir şehirden geldiği için terörist kabul eden bir akıl herhalde böyle bir haslete erişebilecek düzeyde değildir. Üstelik bu kendisine kuralla da dikte edilse bu kuraldan daha üstün daha geçerli bir kural olduğunu, kendisinin terörizmle filan mücadele ettiğini düşünecektir. Her ne kadar bir stadda, konuyla alakası meşkuk bir takımın taraftarının kafasına koltuk atmanın nasıl terörle mücadele olacağı veya “milli” kabul edilebileceği tartışmalı ise de, insanların sürekli böyle davranması böyle bir kabullerinin olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu kural tanımayan, kuralsızlıkla beslenen veya kendisinin tüm kuralların üstünde olduğunu düşünen zihniyetle mücadele de laf anlatmakla, beyanat vermekle filan olacak iş değil. Mevcut varolan kuralların sert bir şekilde uygulanması gerekir. Bu olaydan sonra Bursaspor’un sahası 5 maç kapatılsa ve ardından bu tip olayları tekrarlayan her takıma bu ceza kati bir suretle uygulansa bir sene sonra yöneticilerin maç çıkışında adet yerini bulsun diye özür dilediği bir atmosferden bu tip olaylar yaşanmasın diye canla başla çalıştıkları, sonuç alınan bir ortama geçiş olabilir. Bu da tabi bunu yapabilecek bir Federasyonla mümkün ki, onu da bu arada bulmak gerekiyor herhalde. Olayların üstünü kapatarak varlığını sürdüren bir Federasyonun üstüne bu kadar görev yüklemek de mümkün değil.

(NOT: Şu saha kapatma ve idari para cezası cezalarının işlevselliği üzerine İbrahim Altınsay çok güzel bir yazı yazdı, bu tartışmaya girmeden bu tip durumlarda idari para cezası ile 9 puan silme gibi bir ceza birlikte uygulansa çok daha işlevsel olur, onu da belirtelim.)
 
Bu yazı http://papazincayiri.blogspot.com sitesinden aynen alınmıştır.

İnsanlık kasırgalardan daha güçlüdür

İstanbul Bostancı Kültür Merkezi'nde Küba'ya yardım amaçlı düzenlenen gecede 3 bin kişi şarkılara eşlik ederek eğlendi.

Geçen yıl Gustav ve Ike kasırgaları nedeniyle yaşanan felaketin yaralarını saran Küba’ya dün İstanbul’dan yardım eli uzandı. Bostancı Kültür Merkezi’nde düzenlenen gecede yaklaşık 3 bin kişi Küba’yla dayanışmanın heyecanını yaşadı. Jose Marti Küba Dostluk Derneği’nin (JMKDD) düzenlediği gecede Şevval Sam, Erkan Oğur, İsmail Hakkı Demircioğlu ve Gündoğarken şarkılarıyla Küba halkına destek verdiler.

‘İnsanlık kasırgalardan daha güçlüdür’ mesajıyla düzenlenen gecede JMKDD Başkanı Oğuz Kavala bir açış konuşması yaparak Türkiye’de 3 şubeyle, Granma ve Prensa Latina yayınlarının Türkçe baskılarıyla, daha fazla Küba’ya dair ses çıkarmak için etkinlikler düzenlediğini belirtti. Kavala gecenin anlamına dair şu açıklamalarda bulundu: “Küba’da 400 bin evin yıkıldığı kasırga yaşandı ama sadece 7 kişi hayatını kaybetti. Küba devleti ise hayatını kaybedenlerin ailelerinden teker teker özür diledi ve kendini sorumlu ilan etti. Bizim ülkemizde ise 2 günlük bir yağmurda 35 kişi hayatını kaybetti. Ülkemizde böyle bir sel felaketi yaşanırken neden Küba’yla dayanışılması gerektiğini sordular. Biz de iyi örneklerin çoğalması gerektiğini anlattık. Çünkü Küba bir kasırga anında nüfusunun yüzde 30’unu başka bir tahliye etme cesaretini gösterdi. Bu da aslında bizim dayanışmaya ihtiyacımız olduğunu gösteriyor.

Konser başlamadan önce söz alan Küba’nın yeni büyükelçisi Jorge Quesada Concepción da Türk halkının göstermiş olduğu dayanışma duygularını iyi bildiklerini belirtti ve para toplanarak destek verilmesinin Türkiye’de yaşanan sel felaketinde şahit olunanlardan ötürü çok duygusal olduğunu vurguladı. Concepción konuşmasına şöyle devam etti: “Toplanacak paradan çok daha önemli olan bizimle dayanışmanızın devamıdır. 50 yılboyunca milyonlarca kadın ve erkek herkesin desteğini arkamızda hissettik. Bu da verdiğimiz kavgayı güçlendiriyor. Bir gün zafere ulaşacağımızı biliyoruz. Çünkü arkamızda ilerici halklar var. Bu mücadelede beraberiz ve eminim ki birlikte kazanacağız.”Gecede ayrıca etkinliğe destek veren Nazım Hikmet Kültür Merkezi adına Emin İgüs’e, Yön Radyo yöneticisi Yüksel Kılınç’a, Işık Direktörü Alek Nişanyan’a ve gecenin sunuşunu yapan Orhan Aydın’a plaket verildi.

Sanatçıların geceye dair görüşleri:

Bu gece burada olmamızın insanlık adına bir önemi ve anlamı var. Küba bizim için elbette ayrı bir önem taşıyor ancak insanlık adına bir araya gelmek ve empati duygusu benim için burada anlamını buluyor. Ben milliyetçilik ve benzeri düşüncelere mesafeli duruyorum. Bu anlamda evrensel bir bakış açım var. Her nerede olursa olsun, Küba'da, Türkiye'de ya da başka bir ülkede insanların yaşamaya hakkı var. Dolayısıyla bu yaşama hakkına saygı göstermemiz, onu korumamız gerekiyor. Dünyanın öbür ucunda da olsa insanların yaşadığı acıları paylaşabilir, onlar için birşeyler yapabiliriz. Türkiye bir sel felaketi yaşadı, insanları suçladılar. Dere yatağına ev yapıyorlar, sonra ilk yağmurda yıkılıyor. İş yapma ahlakıyla çok ilgisi var bunun. Ama sorumlusu insanlar değil, buna izin veren politikacılar ve hükümetler. Eğitimsizlik de etkili. Sadaka siyasetine mahkum edilen bir ülkede yaşıyoruz. Yine de o insanlar eğitimsiz bırakılmışlıklarının bedelini bu şekilde ödememeliydi.

Şevval Sam

Bir ümit yaratmak... Bir insanlık dayanışması... Küba bu anlamda örnek bir ülke. İnandığı değerlere sahip çıkan, insanına sahip çıkan ve bunu fakirliğine rağmen başarabilen bir ülke. Halkın temel ihtiyaçlarını devlet karşılıyor, bununla da kalmıyor, böylesi felaketlerde örneğin, ardından insanlar ne yapacağım nerede yaşayacağım diye düşünmüyor. Yönetim hemen kısa sürede onlara gereken desteği veriyor. Türkiye'de ise "derenin intikamı" diyorlar. Konserin sloganında yer alan kasırga hem doğal felaketi hem de yönetimsel bir kasırgayı anlatıyor. Küba'nın ve Türkiye'nin başındak kasırga, biri ABD diğeri AKP. Baksanıza selden sonra derenin intikamından bahseden bir yönetim var. Halkı cehalete sürükleyen bir yönetim. Küba dere yatağına ev yapmaz, yaptırmazdı. Orada insanın değeri var. Burada ise çıkarların, rantın değeri var.

Erkan Oğur – İsmail Hakkı Demircioğlu

Bu tür yardım geceleri genellikle zor olur, insanlar mecburiyetten vs. katılmış olabilirler. Ama bu gece çok farklı, çok coşkuluydu. İnsanlar gönülden katılmışlardı. Biz her zaman Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nin düzenlediği etkinliklere katılmaktan büyük zevk duyuyoruz, bu etkinlikler hep çok farklı geçiyor. Bir de belirtmek isteriz ki "İnsanlık kasırgalardan daha güçlüdür", bu sloganı çok sevdik.

Gökhan Şeşen – Burhan Şeşen