25 Ağustos 2009 Salı

Okul yıkmak, bina yıkmak değildir


O gün tatildi ama daha önceden talimat aldıkları için erkenden kalktılar. Hava henüz aydınlanmamıştı. Ramazan ayıydı, belki bazıları sahurdan sonra uyumadan yola çıktılar. Altı yüz erkek, üstlerinin hazırladığı plana göre araçlara bindirildiler. Büyük bir konvoy oluşturdular. Konvoyda otomobiller, kamyonlar, otobüsler, ağır iş makineleri vardı. Henüz uykuda olan İstanbul’un sokaklarını, caddelerini geçerken binalar zangırdıyordu. Uykudan kalkıp pencereden bakanlar, bir savaş filmi izlediklerini sandılar. Konvoy gün ağarırken hedef noktasına ulaştı. İnsan ve makine gücüyle hep birlikte atağa geçtiler. Karşılarındaki düşman, okul binalarıydı. Okulun, gördüğünüzde gözlerinize inanamayacağınız kadar düzenli, aydınlık, bilgisayarlarla donatılmış sınıfları vardı. Yemek salonunda haftalık yemek listesini öğrenciler yapardı. Geniş kütüphanesinde Türkiye’nin ve dünyanın en aydınlık beyinlerinin kitapları yer alırdı. Yüzlerce öğrenci o sınıflarda uluslararası düzeyde eğitim görmüş, yabancı dil öğrenmiş, bahçelerde neşe içinde koşturmuş, spor salonunda beden eğitimi dersleri görmüş, konser salonunda enstrümanlar çalmış, şarkılar söylemiş, piyesler oynamıştı. Alacakaranlıkta masal canavarları gibi görünen dev iş makineleri o duvarlara ilk darbeyi indirdi. Altı yüz kişi, sanki İstanbul surlarına saldıran Fatih orduları gibi Milli Eğitim Bakanlığı’nın izniyle eğitim veren okula karşı hücuma geçti. Depreme dayanıklı olarak inşa edilmiş binalar yerle bir edildi, duvarlar çatırtıyla çökertildi, sütunlar kırıldı.Aslında yok edilen okul binaları değil, aydınlanmacı eğitimdi, kültürdü, çağdaşlıktı, yüzlerce çocuğun ve ailelerinin hayaliydi, anılarıydı. Buna nasıl cesaret ettiler. Kitabı “Oku!” kelimesiyle başlayan bir dinin mensupları, Ramazan gününde bu günahı işlemeyi nasıl göze aldılar. “Bana bir kelime öğretenin 40 yıl kölesi olurum!” diyen peygambere de mi saygı duymadılar. Hâlâ anlayabilmiş değilim. Herhangi bir anlaşmazlık varsa bu, eğitime zarar vermeden çözülemez miydi? El konulan bunca bankanın, gazetenin, televizyonun binaları mı yıkıldı? Orada okul yerine bir cami olsaydı aynı şiddetle saldıracaklar mıydı? Hazine arazileri üzerine okul inşa edenlere madalya verilen bu ülkede, rahmetli kızımız Zeynep Mutlu adını, eğitim vererek yaşatan, kâr gayesi gütmeyen bir kuruluş niçin yok edildi? Bu nasıl bir öfkedir, nasıl bir intikamdır. Şimdi el kadar çocuklar, gözlerinde yaşlarla soruyor: “Okulumuz nerde?” Onlara ne cevap vereceksiniz. Ne diyeceksiniz?


Zülfü Livaneli

Teşekkürler Türk Silahlı Kuvvetleri


GENELKURMAY BAŞKANI ORGENERAL İLKER BAŞBUĞ'UN
ZAFER HAFTASI MESAJI ( 25 Ağustos 2009 )

Ebedi Başkomutanımız Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde gerçekleştirilen bağımsızlık mücadelesinin son halkası olan Büyük Zafer'in 87'nci yıl dönümünü kutlamanın coşkusunu yaşıyoruz.
Zafer Haftası, 26 Ağustos 1922 günü sabahı KOCATEPE'den yapılan topçu ateşleriyle başlar ve 9 Eylül günü Türk Ordularının İzmir'e girişi ve İzmir'in kurtuluşu ile sona erer.
ATATÜRK, Büyük Taarruz'u ve Büyük Zafer'i şu şekilde anlatır:
"Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar kesin neticeli ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yön vermekte kesin tesirli böyle bir meydan muharebesi hatırlamıyorum. Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti'nin temeli burada sağlamlaştırıldı. Ebedi hayatı burada taçlandırıldı."
Büyük Taarruz ve Büyük Zafer, Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşu ve gelişimine yol açan devrimin başlangıcıdır. Mustafa Kemal ATATÜRK'ün yoksul bir halktan hem bir ordu hem de bir millet yaratarak gerçekleştirdiği bu inanılmaz devrim, Türkiye Cumhuriyeti'ne laik, sosyal, demokratik ve hukuk devleti niteliklerini kazandıran bir devrimdir.
Bu eşsiz zaferi kazandıran ve devrimi geçekleştiren başta Başkomutanımız Mustafa Kemal ATATÜRK ve kahraman silah arkadaşları olmak üzere bu mücadelede hayatlarını kaybeden ve bugün o eşsiz zaferin kazanımlarını yurdumuzun her karış toprağında canlarını vererek koruyan aziz şehitlerimizin ve kahraman gazilerimizin önünde saygıyla eğiliyoruz.
Anayasa'nın değiştirilmesi teklif bile edilemez olan 3'üncü maddesinde ifade edildiği gibi "Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe'dir." Türk Silahlı Kuvvetleri, ATATÜRK tarafından bizlere emanet edilen ve Anayasa'nın 3'üncü maddesinde de belirtildiği şekilde; Türkiye Cumhuriyeti'nin ulus-devlet ve üniter-devlet yapısının korunmasında taraftır ve taraf olmaya da devam edecektir.
Ülkelerin ve milletlerin bütünlüğünün korunmasının bir bedeli vardır. Türk Silahlı Kuvvetleri; bu bedelde kendisine düşen tarihi görev ve sorumlulukların bilinci içerisindedir.
Bugüne kadar bölücü terör örgütü ile mücadelesinde 5003 evladını şehit veren Türk Silahlı Kuvvetleri, Anayasa ve yasalar çerçevesinde, bölücü terör örgütüne karşı bugüne kadar dünyada eşine hiç rastlanmayan bir başarı ve özveriyle yürüttüğü mücadeleye bundan sonra da artan bir kararlılıkla devam edecektir.
Türk Silahlı Kuvvetleri, bölücü terör örgütüne karşı yürütülen mücadeleyi kararlılıkla sürdürürken, güvenlik alanının dışında kalan ekonomi, sosyo-kültürel ve uluslararası alanlarda da devlet tarafından gerekli tedbirlerin alınmasının önemli olduğuna inanmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu konularla ilgili görüşleri bilinmekle birlikte, emsalsiz Büyük Zaferi kutladığımız bu hafta münasebetiyle, bu konulara ilişkin düşünce ve duruşumuzun bir kez daha ifade edilmesinde yarar görülmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri;
- Ulus-devlet ve üniter-devlet yapısına hiçbir gerekçeyle zarar verilmesini kabul edemez.
- Kültürel farklılıklara saygılıdır. Ancak kültürel farklılıkların siyasallaştırılmasını, başka bir ifadeyle siyasal temsil aracı olmasını, toplumsal siyasal kimlik unsuru haline getirilmesini, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası içinde mümkün göremez.
- Terör örgütü ve destekleyicileriyle ilişki kurulmasına yol açabilecek hiçbir faaliyet içinde bulunamaz.
- Demokrasinin sunduğu fırsat alanlarını kullananların, bireylerin en temel hakkı olan yaşam hakkını hedef alan terör faaliyetlerini hiçbir nedenle hoş görmelerini kabul edemez.
- Usul ve yöntem esası belirler, noktasından hareketle takip edilecek usul ve yöntemlerde özenli olunmasının gereğine inanır.
- Her konuyu tartışabilme özgürlüğünün, devletin varlığını riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacak konuları içermemesi gerektiğine inanır.
Türk Silahlı Kuvvetleri; Türkiye Cumhuriyeti'nin temel nitelikleri olan laiklik, demokrasi, sosyal ve hukuk devleti ilkelerine yürekten bağlılığı, üstün disiplin anlayışı, köklü gelenekleri, itidalli ve kararlı yaklaşımı, hepsinden önemlisi Türk milletinden aldığı güçle dün olduğu gibi bugün de ve yarın da üstlendiği her görevi başarıyla yerine getirmeye devam edecektir.
Şüphesiz ki; "Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye'dir."
Türkiye Cumhuriyeti, bulunduğu hassas coğrafyada birlik ve ülkesine sadakat içinde vatanını ve milletini seven insanlarıyla çağdaş toplumlar arasında hak ettiği yeri almalıdır.
Aziz Türk milletinin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin tüm mensuplarının Zafer Haftasını en içten dileklerimle kutlarım.

Söz Konusu Vatan İse Gerisi Tefarruattır


Ülkemizin yakın tarihimizin en çetin günlerini yaşıyor. Kurtuluş savaşından sonra belki de en önemli anlar yaklaşıyor. "memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler" demişti Gazi hazretleri. İşte o gün bu gün. Ben sol görüşlü bir ailenin devrimci evladıyım. Çok yakın bir çalışma arkadaşım ise milliyetçi bir aileden gelen bir sağcı. Ama ikimizde yaşananlar karşısında aynı tepkiyi gösterdik : "SÖZ KONUSU VATAN İSE GERİSİ TEFARRUATTIR"...

Atamızın bizlere hitabesini bir kez daha okuyun lütfen. Ve her satırının gerçekleşmek üzere olduğunu görün. Sağ, sol, alevi, sünni, dil, din ,ırk meselesi değildir bu. Bu vatan meselesidir.

GENÇLİĞE HİTABE
Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
20 Ekim 1927

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Habertürk ve Koç Grubu


Eskiden Koç grubu aleyhine haber ya hiç yayınlanmazdı ya da nadiren yayınlanırdı. Habertürk, Koç'un Sivas'daki enerji şirketiyle ilgili düzgün bir haber yayınlayınca ve özellikle de bu haberi görmeyenleri eleştirince basın özgürlüğü ile reklam arasında önemli bir tartışma başladı. İyi oldu....Habertürk gazetesi ve televizyonu önemli bir tartışmaya önayak oldu.Gazete, Sivas'ta Koç grubunun bir enerji şirketine yapılan operasyon ve soruşturma hakkında düzgün bir haber yayınladı. Yani, şirketin Koç grubuna ait olduğunu, Yönetim Kurulunda da Koç ailesinin fertlerinin yer aldığını yazdı. Ki zaten minimum gazetecilik bunu gerektiriyordu.Ne var ki, Habertürk, bu haberin diğer medya organlarında tam olarak yayınlanmadığını gördü ve bu konuda refiklerine haklı eleştiriler yöneltti. Çünkü kimi gazeteler operasyona/soruşturmaya uğrayan şirketin adını ya da gerçek sahibini yani Koç grubu ile olan organik bağlantısını yazmayı ihmal etmişlerdi ve bu ihmal çok büyük bir ihtimalle kasıtlı idi. Aslında son 20-30 yıl içinde, sadece Türkiye'de değil bütün dünyada bu büyük sanayi, mali ve ticari holdinglerle medya grupları arasındaki ilişkiler sorunlu. Bu sorunları üç başlıkta toplamak mümkün:Kimi medya grupları, zaten bu büyük holdinglerin mülkiyetinde. Yurtdışından iki örnek: ABD'de General Motors' ve NBC televizyon kanalı aynı holdingin şirketleri. Keza Fransa'da beton ve inşaat devi Bouygues'in TFI televizyonu, uçak sanayiinin dev holdingi Dassault'nun da Le Figaro gazetesi var. Böyle bir durumda medya şirketi ana şirketteki bir olumsuzluğu ya hiç yazamıyor ya da geçiştiriyor. Küçük görüyor, eksik veriyor.Bir medya organı, herhangi bir holdingin mülkiyetinde olmasa bile, eğer gelirinin önemli bir kesimi reklamverenden geliyorsa, aynı zamanda en büyük reklemverenler listesinin tepesinde yer alan holdingler aleyhinde haber yazmakta zorlanır. Endişesi reklam gelirinin kesilmesidir. Böylelikle reklam geliri, yayın politikasını da belirlemiş olur.Üçüncü vaka, Habertürk'ün gündeme getirdiği 'Sırdaş Medya' deyimiyle söylemek gerekirse, 'Sırdaş Medya Organlarının Dayanışması' diyeceğim tutum. Yani eğer holdinglere bağlı medya organları varsa, olumsuzluğun meydana geldiği medya/holdingin dışındaki medya organları da bu tür olumsuz haberleri vermekte kuşku duyabilir. Çünkü bugün A holdingin başına gelen yarın bağımlı olduğu B holdingin de başına gelebilir. Bu nedenle 'En iyisi ben hiç bir büyük holding/reklamveren aleyhine haber yapmayayım. Böylelikle hiç olmazsa kendi içimde tutarlı kalırım' diye düşünmüş olsalar gerek. Ne sebeple olursa olsun, yukarıdaki üç başlıkta betimlediğim durumlarda/ihtimallerde haberi yayınlamamak kabul edilemez. Gelelim şimdi Habertürk/Koç grubu ilişkilerine:Habertürk, Sivas'daki haberi olduğu gibi vermekle aslında sadece görevini yapmıştır. Üstelik sözkonusu haber resmi makamların gerçekleştirdiği bir operasyon ve soruşturma olduğuna göre haberde herhangi bir yorum unsuruna ihtiyaç yoktur. Habertürk'ün esas başarısı bu haberi doğru olarak vermek değil, bu haberi hiç görmeyen ya da eksik gören refiklerini eleştirmesidir. İnternet sitelerindeki kimi yazılarda Habertürk'e yönelik eleştiriler de okudum:Mesela Medyatava, Habertürk'ün Koç grubundan hiç reklam almadığını yazmış ve imalı olarak bu haberi reklam almak için kasıtlı olarak yayınladığını öne sürüyor. Keza, Habertürk'ün şemsiye holdingi Ciner grubunun Enerji sektöründe önemli bir aktör olduğu hatırlatılıyor ve bu haberin Ciner-Koç rekabetinin bir yansıması olduğu iddia ediliyor. Her iki iddia da yanlış. Çünkü bir haberi yayınlamak için, o haberin kaynağından reklam almamış olmak ya da bağlı bulunduğunuz holdingin etkin olduğu sektördeki bir rakibi olması gerekmiyor. Habertürk, bu haber aracılığıyla, 'Devrim' gibi kelimeleri de kullanarak kendi reklamını da yapıyor. Benim üzerinde durduğum konu şu:Habertürk- ki daha önce çeşitli yaklaşımlarını eleştiren yazılar yazdım- bu haberi yayınlamak ve yayınlamayanları eleştirmekle doğru bir iş yapıyor. Ne var ki, bu haberle Habertürk sadece Koç grubundan reklam almamak ve refiklerinden uzaklaşma riskini aldığı yetmiyormuş gibi, daha vahim bir başka alana yaklaşmış görünüyor. Yarın-öbürgün Ciner holding veya ona bağlı şirketlerden birinde haber değeri olan bir olumsuzluk meydana geldiğinde Habertürk bunu Koç'un Sivas'daki enerji şirketine yaptığı gibi manşetten yayınlayabilecek mi? Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, bu soruma naklen yayında yanıt verdi: Ve mealen 'Gönül istemez böyle bir durumu ama sözkonusu durum meydana gelirse biz bu haberi yayınlamak için elimizden geleni yaparız. Biz işte hem patronaj hem de gazete olarak bu nedenle her şeye çok dikkat ediyoruz'. Altaylı bu istenmeyen durumda Koç Holding'e uyguladığı yayın politikasını Ciner holdinge de uygulayabilirse ve hala makamını koruyabilmişse işte o zaman gerçekten çok önemli bir başarıya imza atmış olur. Altaylı'nın aynı yayında yaptığı bir başka açıklama Habertürk'ün editoryal bağımsızlığı konusunda da umut verici idi: (Mealen) 'Biz hesap kitap yaptık. Gazeteyi maliyeti fiyatına satarak reklam gelirine muhtaç kalmak istemiyoruz. Reklam gelirse yayınlarız tabi, ama salt reklam gelirine dayanarak/güvenerek basın özgürlüğünü sağlayamayız'.Altaylı'nın söyledikleri ne derece gerçekçidir ve nasıl uygulanır, bunu zaman gösterecek. Ama Türk egemen medyasının önemli tabularından biri olan Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhinde son dönemlerde yayınlanan olumsuz/eleştirileri hesaba katıp, bugün de en büyük reklamverenlerden biri olan Koç holdingin medyadaki dokunulmazlığının kalkmakta olduğunu görünce insan ister istemez umutlanıyor. Çünkü bir gazete mali ve ekonomik olarak yani organik olarak bağımlı olduğu holding aleyhinde de özgürce ve meslek ilkelerine uygun bir şekilde haber ve yorum yayınlayabildiğinde, medya mülkiyeti ve editoryal bağımsızlık konularında çok önemli bir gelişme sağlamış olacağız. (son/rd) (Bu metin, 8 Haziran 2009 Pazartesi günü Habertürk televizyonunda yayınlanan görüşlerin bilahare geliştirilmiş ve yazıya dökülmüş versiyonudur)


Bu yazı http://apoletlimedya.blogspot.com da yayınlanmıştır.