10 Mart 2011 Perşembe

Arat Dink’ten cevap var: Kardeşim Ahmet


Kardeşim Ahmet,
Adının yanına yazdıklarında parantez içinde “kırk bir” diye, öğrendim kardeşim değil de ağabeyim olduğunu. Senin için söylenenden, yazılandan, çizilenden bundan başka bir tek şey öğrenmişsem ne olayım.


Birinin, hele çok yakınındaki birinin, bir yerlerde zulüm gördüğünü biliyorken, insan her gün yaptıklarını yapmaya devam edemez olur. Sevdiğini sevmekten utanır. Yediğini yemekten utanır. Konuşmaya, gülmeye utanır. İnsan yaşamaya utanır bazen. Öyleyim kaç gündür. Dostu için hiçbir şey yapamıyor olmanın aczi eziyor insanı bazen. Bir de mektubun geldi…


“Bir daha görüştüğümüzde bana tıpkı baban gibi sarılacak mısın yine? Çünkü babanı katleden ırkçı faşist zihniyetin üyesiymişim?” diyorsun.

Devletten mi öğrendik ki düşmanlarımızın adını, dostu da ondan soralım. Dostumuzu da düşmanımızı da insan gözümüzle, sözümüzle, tenimizle tanıdık. İlk kez de kara çalınmıyor bir sevdiğimize, o dillerin kirliliğini en iyi biz biliriz, en iyi sen bilirsin.

Onların dilleri de orantılıdır, orantılı güçleri gibi. Bizi mahkemelerde linç edenlere kullanmazlar da o güçlerini, gider işlerine gelene kullanırlar. O orantının neyle orantılı olduğunu en iyi sen bilirsin. İşlerine gelmedi mi açılmış soruşturmaya “soruşturma falan yok derler”, ertesi gün soruşturma numarasını verirsin iki çift laf etmezler.

İşlerine geldi mi de “bağımsız yargı işini yapıyor derler”. Bu devletin yargı bağımsızlığı da orantılıdır, “masumiyet karinesi” de orantılıdır. Her bir şeyleri orantılıdır. İdeolojileriyle, işlerine gelmesiyle orantılıdır her işleri. Telefonları da orantılı dinlerler. Bir polis telefonda cinayet planlarından bahseder, mesleği gereği derler. Bir gazeteci haber peşinde koşar, örgüt üyesi derler. “Vatansever”ler cinayet planları yapar duymazlar, sosyalistlerin telefondaki devrimcilik geyiklerini delil diye toplarlar. Devlet’in kulakları da orantılıdır. Bu ülkede katilin tek bir adı vardır. Seni kimselerle karıştırmam elbet.

Zaten oradaki kirli işler çevirenler, sen alındığında ellerini ovuşturanlar da asıl suçlarından, devletle tuttukları işlerden değil, tali işlerden yargılanıyorlar; belki rutin dışına çıktıkları doğaçlama işlerinden… Yargı kenar geziyor hep. Bir süre ortalarda olmamalarının daha iyi olacağını düşünmüşler belki de. Soruşturma meşruiyetini kaybettikçe, onlar da meşrulaşacaklar birer birer.

“Güzel yaşanılabilir bir dünyanın, eşit ve adil bölüşüme dayalı sosyalizmle geleceğini düşünen bir sosyalistim dedim. Duymadılar” diyorsun. Onların orantılı kulakları duymaz. Duymasın. Biz duyduk. Duyuyorum. Sözünü öldüremezler. Söz, söylendi. Söyleyeni öldürebilirler, zindana atabilirler ama sözü öldüremezler. Bil ki düşlerimiz aynı. “Kuzu”larımız, o “ırkçı”ların ve “faşist”lerin de kuzularını yanlarına katarak, birlikte üretecekler o geleceği.

Sen ve senin gibi dostların sözü, eylemi, tertemiz emeği umudumuzun kaynağı oldu hep. Babası ayan beyan bir kampanyayla hedef gösterilip, sonra da gözler önünde öldürülen bir çocuğun yüreğinde, daha o gün umudu yeşertebiliyorsa gücünüz, bir gün o güç adaletin zaferini de doğuracaktır biliyorum.

Biliyorum, çünkü hiçbir nehir bir tabutu evinden mezara taşımak için doğup, yok olmaz. O nehir yerin altında çoğalmaktadır. Bir gün yüzeye çıkıp kendi zaferine, hiçbir mağdur yaratmayan zaferine akacak, adaletin toprağını besleyecek. Artık yas tutmaktan vazgeçip, üretecek elbet. Biliyorum.

Şimdi, “bu kardeşim bunları niye anlatıyor” diyeceksin: Akşam olurken, daha yeni çökerken karanlık, ışıktan söz eder ya ateş böcekleri, huzur katar insandaki sabah hasretine. Sen de biliyorum hasretindesindir şimdi sevdiklerinin, ışığın. Ben de dedim ki; Ahmet Ağabeyime bu karanlık günlerinde düşlerinin zaferini müjdeleyeyim.

Sarılıyorum sarılabildiğimce…
Kardeşin
 Arat

8 Mart 2011 Salı

YAŞASIN 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ!

Kadınlar yüzyıllardır hakları ve özgürlükleri için mücadele ediyorlar. Özgürleşmenin, kurtuluşun yolu mücadeleden, direnişten geçmektedir. Bu yola bir kez girmiştir kadınlar. Haklarını alana, özgürleşip, kurtuluşlarını sağlayana kadar her türlü bedeli ödemeye hazırdır kadınlarımız.

8 Mart Kadının özgürleşme mücadelesinin en önemli günüdür.



100 yıldır alanlara çıkıp 8 Mart’ı kutluyoruz. 1857’de Amerika’nın New York kentinde greve giden 40 bin kadın dokuma işçisinden 129’u, patronlar tarafından yakılarak katledildi. Onların anısına 1910 yılında toplanan Sosyalist Enternasyonal, 8 Mart’ı “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak ilan etti. 100 yıldır, 8 Mart’ı vareden grevci kadın dokuma işçilerinin yarattığı direnişin yolunda, 129 kadın işçinin açtığı yolda yürüyoruz. Cins ayrımcılığına, feodalizmin, kapitalizmin kadına dayattığı statükolara karşı kadın emekçilerin yolunda özgürleşmenin mücadelesi veriliyor.

Dünyada ve yurdumuzda, bu yolda yürüyerek, kadınlara kurtuluşun gerçek yolunun mücadeleden geçtiğini ispatlayan, geleneği geliştirip bizleri, mücadelemizi daha güçlü kılan Rosa Luksemburglar’ı, Aleksandr Kollantailer’i, Sena Muhaydliler’i, Ayçe İdil Erkmenler’i saygıyla selamlıyoruz.

Ayaklarının altına cennetin serileceği yalanıyla değil, Ümit Boynerler’in, Arzuhan Doğan Yalçındağlar’ın, Güler Sabancılar’ın dünyası olan kapitalizmin sınırlarında değil, eşit ve sömürüsüz bir dünyada yaşamak için mücadele ediyor ülkemiz kadınları. Bu mücadelede tutsak düşüyor. Tutsaklık koşullarında; tecrite ve tüm baskılara boyun eğmeyerek yeni direniş halkaları yaratıyor ülkemiz kadınları.

Biliyoruz ki, milyonlarca kadını özgürleştirecek olan, mücadeledir. Düzenin sınırlarına hapsolmadan, kadının gerçek ve köklü mücadelesini büyüten tüm emekçi kadınlarımız nezninde bu mücadelede tutsak düşen kadınlarımızı selamlıyoruz.


YAŞASIN 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ!