26 Şubat 2010 Cuma

Aylin nasıl kurtuldu?

Saçma gerekçelerle Devrimci Karargah üyeliğinden tutuklanarak 10 ay cezaevinde kalan Vatan gazetesinden Duruoğlu, mahkemede "örgüt üyesi" olmadığını “nezih bir sitede oturması ve tapu sahibi olması” ile savundu.

27 Nisan 2009’da Bostancı’da bir eve düzenlenen ve üç kişinin öldüğü operasyonlar sırasında Devrimci Karargah örgütü üyesi oldukları gerekçesi ile aralarında Vatan gazetesi internet sitesi yayın yönetmeni Aylin Duruoğlu’nun da bulunduğu çok sayıda kişi gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı. Tutuklular 10 ay sonra dün ilk kez mahkemeye çıkarıldılar ve Duruoğlu da dahil on sanık tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Devrimci Karargâh davası, baştan sona "tuhaflıklar" içeren bir davaydı. Orhan Yılmazkaya'nın bir çatışmada öldürülmesinin ardından polis, Yılmazkaya'yla herhangi bir ilişki kurmuş çok sayıda kişiyi gözaltına aldı. Davanın hem birinci, hem de ikinci iddianamesi, tutuklu sanıklara karşı doğru düzgün hiçbir kanıt olmaksızın, Yılmazkaya'yla bir defa yemek yemiş, iki defa çay içmiş olmak gibi gerekçelerle "örgüt üyeliği" suçlamasında bulunuyordu. Skandal denebilecek iddianameler, büyük birer hukuksuzluk örneğiydi. Aleyhlerinde delil olmayan sanıkların, 10 ay içeride kalmaları başlı başına büyük haksızlıktı.

Ancak iki gün önce görülen duruşmada, yalnızca iddianamenin değil, davadaki savunmaların da "tuhaf" olduğu görüldü. Vatan gazetesinden Aylin Duruoğlu’nun önceki gün mahkemede “terörist olmadığını” kanıtlamak üzere yaptığı savunma esas itibariyle, delil yetersizliği nedeniyle suçsuz olduğunu göstermek değil, ait olduğu sınıf ve sahip olduğu yaşam tarzı nedeniyle "örgüt üyesi" olamayacağı tezi üzerine kuruluydu. Mahkeme kendisini, “nezih bir sitede ve tapusu kendisine ait bir evde oturduğu için terörist profiline uymadığı" şeklinde savunan Duruoğlu’nu serbest bıraktı.

Hakimlere “Ben teröriste benziyor muyum? Bunca yıllık meslek hayatınızda karşınıza benim gibi bir terörist profili çıktı mı?” diye soran ve duruşma günü giydiği kıyafeti de özellikle yaşam tarzını yansıtması için seçtiği anlaşılan Duruoğlu’nun savunmasında şu ifadeler yer alıyor: “Başarılı bir kariyerim, düzgün bir sosyal çevrem, Türkiye şartlarının üzerinde iyi ve düzenli bir gelirim var. Fırsat buldukça yurtdışına giderim. Güvenlikli nezih bir sitede, tapusu kendime ait bir dairede oturuyorum. Kendime ait bir arabam var. Akşamları spor salonuna giden, kendine bakmaya, iyi yaşamaya, bir yandan çalışırken bir yandan da hayatın tadını çıkartmaya çalışan biriyim. Son 7 yıldır aynı işyerinde çalışıyor, 10 yılı aşkın süredir de aynı cep telefonunu kullanıyorum. Tüm adreslerim, tüm iletişimim, hayatımın her anı yasal, gözler önünde ve istikrarlı.”

Duruoğlu 10 ay tutuklu kalmasının nedenini de “Sokakta serbestçe dolaşan, sosyal hayatın içinde olan birinin terörist olabileceğini tahmin edememek!” olarak tanımladı.

Topluklu ayakkabı ve makyaj savunması

Vatan gazetesi de internet yayın yönetmeninin duruşması ile ilgili haberinde, Duruoğlu’nun "örgüt üyesi" olmakla suçlanarak tutuklanmasının neden mümkün olamayacağına dair şu satırlara yer verdi: “Bizim Aylin; hani o takıp takıştıran, güzel küpeli, pahalı ince topuklu, yapılı lüle saçlarıyla alımlı alımlı yürüyen İzmirli güzel”.

Aylin Duruoğlu’nun tutuklu bulunduğu dönemde Vatan gazetesi yazarları tarafından kendisi ile ilgili yazılan yazılarda da benzer bir savunma göze çarpıyor. Duruoğlu hakkında “Makyajlı Aylin” başlığıyla bir yazı kaleme alan Vatan gazetesi yazarı Reha Muhtar, daha da ileri giderek Aylin Duruoğlu’nun devrimci dahi olamayacağının gerekçesi olarak makyaj yapmasını ve arkadaşlarının kendisine destek olmak için “Aylincim seni seviyoruz, arkandayız...” yazılı pankart açmasını göstermişti.

24 Şubat 2010 Çarşamba

Parola: Alçak, İşareti: Ahmet

Ahmet Altan bir keyifli ki sormayın. Sonunda kurtulduk ya şu ceberrut cumhuriyetten, yerine AKP eliyle özgürlükler dünyasını inşa ettik ya, ölse gam yemezdi hani!
Ahmet Altan, yeni bir ülke, yeni bir cumhuriyet kurulduğu müjdesini verdi gazetesindeki köşesinden. “Tek adam ve tek parti” düzenine son verildiğini açıkladı. Tayyip Erdoğan AKP’sinin iktidarı sayesinde! O adam ve parti başkası olursa, buna diktatörlük denirdi.
Belki iğneden ipliğe dışa bağımlı, işletmelerinin kapısına kilit vurulan, işsizliğin katlanarak arttığı, nüfusunun büyük kısmı açlık sınırında, aracı-tefeci sermayenin palazlandığı düşünülebilirdi ama, gerçek şuydu ki, Türkiye 70 milyonluk bir sanayi toplumuydu. Böyle bir ülke, 15 milyonluk köylü nüfus zamanının diktatörlüğüyle yönetilemezdi. Sanayi zamanının diktatörlüğüne geçiş tamamlanıyordu şükür, tutucular ne derse desin! Üretimi, ihracatı, yeryüzüyle ilişkisi artmış, ekonomisi dünyanın on altıncı ekonomisi olmuş bir ülkeyi generallerle yargıçlar yönetemezdi, ne bilgileri yeterdi buna, ne zamanları. Bu reddedenin kâfir olacağı muazzam atılım tablosunu, ancak AKP gibi ehil bir kadro becerirdi!
Askerî ve hukukî baskılar artık sona eriyor dedi Altan. Kürt, Alevi, solcu, emekçi üzerindeki baskılar! Araya, Sünni ve liberal kesimleri de eklemişti Altan, o tamamdı da, “taş atan çocuk”, kapatılan partiler, iki aydır zulme direnen TEKEL işçisi, zorunlu din dersi gören, aleve atılan Alevi, şiddetin, yasağın, işkencenin gediklisi sol, nasıl oluyor da bu özgürlüğe kavuşmayı alkışlamıyordu, hayret!
“Aklın ve mantığın gereği yerine getirilerek, ‘diktatörlük” olarak dizayn edilmiş bir cumhuriyetten ‘demokratik’ bir cumhuriyete belli bir yumuşaklık ve esneklik içinde geçmeye ‘ordu, yargı’ işbirliğiyle direnmek, sonunda bu değişimin ‘kırılmalarla’ gerçekleşmesine yol açtı” derken de, “günah bizden gitti, güzellikle yaptırmadınız madem” deme hakkına sahiplikle gülümsüyordu Altan.
Şartların değiştiğini bir türlü algılamamanın sonucuydu bu kırılma Altan’a göre. Böyle buyurmuştu ABD, böyle gerektiriyordu bendini aşmış giden kapitalizm. Uymayan, ayıklanırdı. Tıpkı, hâlâ kol emeğiyle geçinmeye çalışanların, “doğa yasaları gereği, tür olarak ortadan kalkmasına üzülmemek lazım” derken anlatmaya çalıştığı gibi…
Bu halkın neredeyse yarısının oyunu almış bir başbakanı, askerleri gece vakti “adi başbakan” diye bağırtarak aşağılamaya çalışan bir ordu, bu halkla uyum içinde olabilir miydi? Olamazdı. Neredeyse yarıdan çoğu bunu yapamazdı. Geçmişti o tek parti diktatörlüğü artık, demokratik sistem, iddianameleri koyuverirdi önünüze. Artık eskimiş hukuk da gık çıkaramazdı. İktidarın ne isterse yapabileceği bir özgürlük rejimi vardı ne de olsa…
Tekrar tekrar söylüyordu Altan huşu içinde, diktatörlük bitmişti, demokrasi gelmişti, ölse gam yemezdi. Darbeciler adaletin önüne çıkarılıyordu, daha ne olsun! Gerçekleşmiş darbelerin sahipleri mi? Ohoo, siz hâlâ oralara mı takılmıştınız…
“Bir zaman sonra herkes değişime alışacak, ülke normalleşecek”, anormallikte direnip alışamayanlar, tarihe darbe yanlısı olarak işlenecek, yok edilecek
Gerçekten, “muhteşem bir dönüşümdü bu”! İnsandan sürüngene geçiş aşaması ne kadar hızlıydı, şaşardınız…

21 Şubat 2010 Pazar

Sanatçılardan Başbakan'a yanıt

Dün sanatçılarla demokratik açılım kahvaltısı yapan Erdoğan, "Sanatçılarımız ülke meselelerine el atsın, elini taşın altına koysun" demişti. TEKEL işçileriyle sabahlayan sanatçılardan Başbakan'a yanıt geldi.

Başbakan Erdoğan, dün TEKEL işçilerinin büyük buluşmasına ev sahipliği yapan Ankara’dan uzak durmayı tercih etti ve gün boyu İstanbul’da çeşitli programlara katıldı. Sabah saatlerinde Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'nde sanatçılarla “demokratik açılım” toplantısı yapan Erdoğan, akşam da köprülü kavşak açılışına katıldı.

Erdoğan, Dolmabahçe'deki kahvaltılı toplantıda oldukça geniş bir yelpazeden isimleri ağırladı. Toplantıya katılan yaklaşık 60 kişinin içinde “Bozkırın tezenesi” Neşet Ertaş da vardı, bir konserinde seyirciye “Niye moron moron bakıyosunuz abi, Diyarbakır’dan mı geldiniz?” diye seslenen Demet Akalın da...

Türkülerden, pop ve arabesk şarkıların sözlerinden alıntılar içeren oldukça uzun bir konuşma yapan Erdoğan, kardeşlik ve barışın tesis edilmesi için sanatçıların “demokratik açılım”a desteğinin çok önemli olduğunu vurguladı ve sanatçılara şöyle seslendi: "Sanatçılarımız, engin yürekleriyle ülkemizin meselelerine el atsınlar, elini taşın altına koysunlar."

Toplantının çıkışında basına konuşan ünlü yüzler, “çok güzel ortam olduğundan, hoş sohbetler edildiğinden” söz ettiler. Toplantıya girerken "Ben bu açılımın içini görmek istiyorum, umarım Başbakan bize anlatır. Bazı eleştirilerim de olacak" diyen Arif Sağ, çıkarken "Aldığım izlenim, Başbakan'ın söylenenleri yapmak arzusunda olduğu yönünde. Tabi bu illa da olur olmaz onu bilemem ama umudumuz, bu ülkede demokrasinin hayat bulmasıdır" dedi. "Açılımı ben bilmem" diyen Neşet Ertaş, yoksullara yardım edilmesi talebini iletmek için geldiğini söylediği toplantının çıkışında, "TOKİ evleri yapıyorlar çok güzel. Garibe, fakir ve fukaraya vereceklerini söylediler" diye konuştu. Rojin, taş attığı gerekçesiyle hapse atılan çocuklar için oradaydı; Orhan Baba da kardeşlik için. Sinan Özen ise Başbakan’a "bu süreçte neler yapabiliriz" diye sorarak Nihat Doğan gibi açılıma özel şarkılar yapabileceği mesajını verdi. Ferdi Tayfur, yurtdışına çıkarken pasaportuna el konulduğunu anlatarak Başbakan'dan sanatçılara özel düzenleme istedi. Demet Akalın ise, üç çocuk fikrine sıcak bakmayan kocasını Başbakan'a şikayet etmek için geldiğini söylüyordu.