24 Kasım 2010 Çarşamba

‘O medya’ hayata dönemedi…



“Hayata Dönüş Operasyonu”nun 10. yılında yalanın ve manipülasyonun hikâyesi…



Dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in ağzından çıkan ve dönemin medyasının da tepe tepe kullandığı isim bile irkilticiydi: Hayata Dönüş Operasyonu.
F Tipi cezaevlerini protesto için başlatılan ölüm oruçlarına son vermek için Aralık 2000’de 20 ayrı cezaevinde eşzamanlı düzenlenen ve üç gün süren operasyonda 30 tutuklu ve hükümlü hayata gözlerini yumdu.
O cezaevlerinden biri olan Bayrampaşa’da 12 tutuklu ve hükümlünün ölümüyle ilgili davanın ilk duruşması bugün yapılıyor.
Ama o günlere dönüp bakıldığında, ‘yargılanması gereken’ başka bir kurum unutuluyor: Medya.
YALAN VE MANİPÜLASYON
“Hayata Dönüş”e uzanan süreçte medyanın rolü, aslında operasyonun yapıldığı 19-22 Aralık 2000 tarihinin çok öncesine uzanıyor.

O günleri çok iyi bilen vicdan sahibi gazetecilerin de söylediği gibi kamuoyunu bu operasyona hazırlamak, operasyonun ‘ne kadar elzem’ olduğunu zihinlere kazımak için medya yoğun çaba harcadı.
Ve bu çabayı harcarken de yalana, spekülasyona, manipülasyona başvurmaktan kaçınmadı.
“TEMSİLİ DİRENİŞ!”
Örnek mi?

Tarih 21 Aralık 2000. 20 cezaevinde sürdürülen operasyondan 18’inde operasyonlar sona erdirilmiş, ikisinde ise sürüyor: Ümraniye ve Çanakkale…
Hürriyet gazetesinde üç fotoğraflı bir “Ümraniye Cezaevi” haberi: “Ümraniye Cezaevi’nden dışarı yollanan ve güvenlik güçlerinin eline geçen bazı fotoğraflar, koğuşlardaki militanların kanlı eyleme uzun süredir hazırlandıklarını ortaya koydu. Ölüm orucunu durdurarak hayatlarını kurtarmaya çalışan jandarmaya silahla karşılık veren militanlar, saldırıya temsili kalaşnikoflarla tiyatro sahnesinde hazırlandı.”
Bir çatışmaya temsili kalaşnikoflarla tiyatro sahnesinde nasıl hazırlanılırsa?
Aynı Hürriyet, Eylül 1999’da gerçekleştirilen, 10 mahkûmun ölümüyle sonuçlanan Ulucanlar Cezaevi operasyonundan bir gün sonra manşetten bir haber vermiş; elleri sopalı çok sayıda mahkûmun göründüğü ve birinci sayfadan verilen büyük fotoğrafın “militanların jandarmayla çatışmaya girmesinden beş dakika önce çekildiği”ni iddia etmiş, ancak daha sonra fotoğrafın beş yıl önce, başka bir cezaevinde çekildiği ortaya çıkmış ve gazete de “hata”sını kabul etmişti.
“ORUÇLU DEĞİL, TURP GİBİ”
O günlerde Milliyet de aynı telden çalıyor, ramazanda olduğumuzu hatırlatarak “Sahte oruç / kanlı iftar” gibi tamamen spekülatif bir başlık atıyordu.

Milliyet, ölüm orucunun sahte olduğunu sadece bir fotoğraf altıyla açıklıyordu: “Ölüm orucu tuttuğu sanılan birçok mahkûmun, turp gibi olduğu görüldü.”
Aynı gazetelerde “hazırlık” aslında operasyondan günlerce önce başlamıştı. Mahkumların koğuşları ‘ele geçirdiği,’ kendi isteklerine göre duvarlar ördükleri, lüks bir hayat sürdükleri yolundaki haberler aslında operasyona dayanak teşkil etmek için oluşturulmuş “masabaşı” haberlerdi.
DEVLET GİRDİ
Ve bu gazeteler, operasyonun başladığı gün “DEVLET GİRDİ” başlığını atarak kendi ‘operasyonlarına’ noktayı koymuş oldu.

Zaten daha sonraki günlerde, belki bir vicdan azabından, belki de ‘olayda kendi sorumluluğumuzu unuttururuz’ hevesiyle operasyonla ilgili açılan davaların haberlerine de hemen hiç yer vermediler…
Bakalım o günlerin canlı tanığı gazeteciler neler söylüyor…

UMUR TALU (Gazete Habertürk yazarı)

“Medya zaten kullanılmaya teşneydi…”

O dönem medya üzerinde bu tür haberler yapılsın diye özel bir hükümet baskısı olduğunu düşünmüyorum. Medya zaten o dönemde hükümetle alışveriş içindeydi. 28 Şubat’la birlikte oluşan medya - iktidar ilişkisi sonucunda medya zaten devletin her yaptığını onaylıyordu. Tabii bu olayda katmerlisi oldu bunun. Hem devletin hem de hükümetin yaptığını onayladı medya. O cezaevlerinde ölen insanların önemli bir kısmı mahkum bile değildi, hükümlüydü. Medya hepsini terörist gibi sundu. Hoş, mahkum olsalar ne fark eder…
O dönemde en korkunç örnekler Hürriyet ve Milliyet’in başlıklarıydı. O dönem ben de Milliyet’teydim ve utandığım manşetlerin altında yazı yazıyordum. Tamam, hükümet, devlet ve jandarma manipüle ediyordu belki ama bu manipülasyona alet olmaya da teşneydi medya. Yazarlarından, bugünün eski genel yayın yönetmenlerine kadar adeta medya tamamen gönüllüydü bu konuda kullanılmaya. O insanların öldürülmesinin, F Tipi’nin tartışılmasının hiçbir önemi yoktu onlar için. İnsanların o tartışmadan ötürü katledilmesinde hiçbir beis görmediler. Çok kötü yazılar yazıldı günlerde. Üstelik, birbirlerini iktidar yalakalığıyla suçlayanların hepsi aynı şeyi yaptı. Daha kötüsünü söyleyeyim; bugün liberal demokrat veya cumhuriyetçi dediğimiz insanların ciddi bir kısmı ortak tavır aldı o insanların katledilmesi konusunda, bunu onayladılar. Herkes geçmişinde yanlış yapabilir ve manipülasyonlara kapılabilir; ama bu konuda özür de dilemediler. Sonuçta 10 yıl sonra 39 erin yargılandığı bir davaya dönüştü bu olay…

ALPER GÖRMÜŞ (Taraf gazetesi yazarı)

“Bu olay basınımızın en günahkâr sayfalarındandır”

Türkiye’de basın olmadan yapılamayacak operasyonlar vardır. Darbeler gibi mesela, daha çok basınla birlikte yapılan postmodern darbelerden bahsediyorum. İşte Hayata Dönüş operasyonu da o fasıldan bir operasyondu. Mesela 28 Şubat öncesinde Türkiye biraz normalleşmeye başladığında destek gerekiyordu. Akim kalmış darbelerin hepsinde medya desteği vardır. O hikaye de bütünüyle medyanın dolduruşu ve desteğiyle yapıldı. Çok önceden başlıyor zaten. Devletin oraya giremediği türünden kışkırtıcı yayınlar başlıyor. O sırada orada içerdeki yöneticilerin, cezaevinde tutuklu, hükümlü kalanları yöneten insanların sorumluluğu bahsini açmıyoruz. Ama o bahis de var. Bunu da vicdanen söylemek lâzım. Onun dışında aylar önce başlayan bir kışkırtma ve tabii ki bu operasyonu yapmak isteyenler de böyle bir şey talep etmiştir basından uygun mekanizmalar kullanarak. Kamuoyu desteği almadan yapılabilecek bir şey değildi çünkü bu. İlk günden itibaren bir dezenformasyon fırtınası halinde geçti her şey. O dönem medyakronikte gün gün izlemiştik bu meseleyi, inanılmaz kör gözüm parmağına dezenformasyon yapılmıştı. Hatırlıyorum, yüzü gözü yanmış bir tutuklu kız vardı, adı Birsen’di, televizyondan canlı izlemiştim ve “bizi içeri atılan bombalar yaktı” diyordu, yani doğrudan güvenlik güçlerini suçluyordu. Ama ertesi gün iki gazetede “bizi arkadaşlarımız yaktı” diye verdiler onun sözlerini. Operasyondan önceki kışkırtma bölümünde ise o cezaevlerinde koğuşların yapısının tamamen değiştirildiği, mahkumlar tarafından yeni duvarlar yapıldığı söyleniyordu. Bu o kadar komik ki bunun olması için içeri tonlarca kum ve çimento girmesi gerekiyor. İşte bu kadar ağır bir dezenformasyon günleriydi. Üstelik bunun üzerine bir de operasyon kastedilerek ‘Devlet Girdi’ manşeti attılar. Bence bizim basının en günahkâr sayfalarından biridir bu.
Yargı ve dava safhasında da böyle bir süreç yaşandı. Biliyorsunuz, bir dava var ve sonuçlandı. O süreci de izlemediler tabii. Gerek olayların yaşandığı günlerde gerek sonrasında gazetecilik denen şey neyse hiçbir şekilde işlemedi, uzak durdular. Belki de gerçekten utanmış olabilirler. Çünkü o günlerde yapılan şey inanılmazdı. Kalem ardına kadar açılmıştı ve her türlüm dezenformasyonu buyur ettiler.

ERTUĞRUL MAVİOĞLU (Radikal gazetesi yazarı)

“Haberler devletin emriyle yapıldı”

Medya o günlerde devlet ne diyorsa onu söyledi. Katliamın yanında durdu. Operasyondan önce de operasyona hazırladı kamuoyunu. Operasyondan günlerce önce F Tipi cezaevlerini olumlayan, bunların otel gibi çok lüks olduğunu söyleyen büyük fotoğraflı manşetler atıldı. F Tipi cezaevleri henüz boşken buralara basın gezisi bile düzenlendi. Diğer taraftan, cezaevlerinin artık terör kamplarına dönüştüğü, buralarda militan yetiştirildiği söylenerek operasyona hazırlık yapıldı. Bütün bu haberlerin Adalet Baklanlığı’nın, devletin emri ve isteğiyle yapıldığını herkes biliyor.
19 Aralık 2000’e geldiğimizde ise içerden gelen, devletin resmi ağızlarının verdiği bilgiler sanki tek gerçekmiş gibi gösterildi, doğruluğu hiçbir zaman sorgulanmadı. İnsanlar yakıldı, sanki kendi kendilerini yakmışlar gibi sunuldu. İğrenç bir vahşet vardı o günlerde ve her zaman olduğu gibi medya devletçi yaklaşımıyla buna alet oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder