26 Kasım 2010 Cuma

19 Aralık'ın yargısız infazcısı gazeteciler


ORAL ÇALIŞLAR

26/11/2010
O dönemde gazeteler, TV'ler ölüm orucu yapan (ve daha sonra yakılan, hedef gösterilen) insanların aleyhine akılalmaz yayınlar yaptı.

19 Aralık 2000 tarihinde geceyarısı 20 cezaevine birden operasyon yapıldı. Cezaevlerini yakıp yıkan bu vahşi operasyonda 30 tutuklu ve mahkum, 2 de asker yaşamını yitirdi. Yüzlerce mahkum ağır yaralar aldı. Bu insanlıkdışı saldırının ardından tutuklu ve mahkumlar F Tipi cezaevlerine sürüklenerek yerleştirildiler. 
Operasyon iki aydır ölüm orucu yapanları hedef almıştı. Tutuklu ve mahkumlar hücre tipi cezaevlerine karşı çıkıyorlar ve daha insani bir cezaevi düzeni talep ediyorlardı. 
Ölüm oruçlarını sonlandırmak ve ölüm oruççuların da taleplerinin makul düzeyde kabul görebileceği bir çözüme yardımcı olmak amacıyla tutuklu ve mahkumların ve dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün talebiyle Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Zülfü Livaneli, Can Dündar ve ben Bayrampaşa cezaevine gitmiştik. Orada aramıza Meclis İnsan Hakları Komisyonu Üyesi Mehmet Bekaroğlu da katılmıştı. 

‘İçerideki arkadaş’ sözünden kışkırtma 
“İçeri”deki bir görüşmeden çıktıktan sonra tutukluların taleplerini gazetecilere aktarırken “içerideki arkadaşlar” dememden yola çıkarak, bugün çok gündemde olan bir yazar beni bizzat hedef alan ağır bir yazı yazmıştı. Konu bununla sınırlı kalmamış, onun yönettiği gazete dahil birçok yerde yapılan bir dizi haber ve o gazeteci başta olmak üzere çeşitli isimlerce yapılan yorumlar vahşi müdahalenin kışkırtılmasında etkili olmuştu. (Operasyondan sonra da gazetenin manşetini şöyleydi: “Devlet girdi.” Bu iki sözcüğün arkasındaki derin anlamı değerlendirmeyi size bırakıyorum.) 
O günlerde bu tür yazılar yazan ve “hedef gösteren” yazar ve gazetecilere gereken cevabı verip, eleştirilerimi açıktan ifade ettiğim için bugün onların adını anmaya gerek duymuyorum. 
10 yıl sonra aynı gazeteler ve gazetecilerin, “Hacer Arıkan’ı kim yaktı” diye manşetler atıyor olmaları sevindirici. Bu olayın hesabının geç de olsa sorulmasına destek vermeleri olumlu. Ama “büyük resim”e bakarak şunu sorgulamayı sürdürmek gerekiyor: Gazetecilerin sorumluluğu ne olacak? 

‘Az bile’ diyenler 
Gene o dönemde cezaevlerine yapılan saldırıyı “az bile yaptınız” diyerek destekleyen bir başka gazete yöneticisinin bugün “Kim bunun sorumlusu?” diyerek haklı bir soru sormuş olmasını dikkat çekici buluyorum. Sıradan askerlerden önce 19 Aralık operasyonunun baş sorumlularının hesap vermesi gerektiğine dikkat çeken bu gazeteci, dönemin İçişleri Bakanı Saadettin Tantan ve dönemin Jandarma Komutanı Aytaç Yalman’ın bu işteki sorumluluğuna vurgu yapıyor. Kendisinin söylediklerine gerçekten katılıyorum.
Ama bu kendisinin sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor. Kendisi 19 Aralık 2000 operasyonun ardından şunları yazmıştı: “Devlet belki de yıllar önce yapması gerekeni yaptı. Cezaevlerine girdi. Halk devletin yaptığı bir işi ilk kez bu kadar benimsiyor. Sıradan vatandaş F tipine de, cezaevine yapılan operasyona da destek veriyor. Hatta devleti yeterince sert olmamakla suçluyor.” 
O dönemde gazeteler, gazeteciler, TV ekranları ölüm orucu yapan (ve daha sonra yakılan, hedef gösterilen) insanların aleyhine akılalmaz yayınlar yaptılar. Medya vahşi operasyoncuların borazanı haline geldi. (Bu yayınları yapanların arasında inanmakta zorlanacağınız isimlerin de yer aldığını belirteyim. Merak edenler, Aralık 2000 tarihli gazeteleri şöyle bir tararlarsa “manzara”yı görebilirler.) 
Sorunu yalnızca bu gazetecilerin sırtına yıkıp kurtulamayız. Temeldeki sorun, hala devam eden ve birçok konunun medyada ve kamuoyunda ele alınma biçimine yansıyan derin ve köklü bir anlayış sorunu. Bir gazetecilik kültürü ve felsefesi sorunu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder