6 Eylül 2010 Pazartesi

6 - 7 Eylül Olayları (2)

Yunan basınına göre 6-7 Eylül'ün sorumlusu İngiltere'dir. Arşivlerde de İngiltere'nin planlanlamada katkısı olduğuna dair ipuçları vardır. İngiltere'nin Atina Büyükelçisi'ne göre yüzeysel Türk-Yunan ilişkilerini bozmak için 'küçük bir şok' yetecektir.
Konuyla ilgili ilginç bağlantılardan biri, İngiliz hükümetinin 6-7 Eylül olaylarının organizasyonunda bir payı olmasıdır. 1950'lerin başında bir İngiliz sömürgesi olan Kıbrıs'ın Rum-Ortodoks halkının Yunanistan ile bütünleşme isteği, İngiliz hükümetini 29 Ağustos-7 Eylül arasında Londra'da Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin katıldığı bir konferans düzenlemeye sevk eder. Neden, Kıbrıs olayının çözümüne bir katkı yapmak değildir. Yunanistan Kıbrıs konusunu sonbaharda Birleşmiş Milletler'in gündemine götürmeyi planlarken, İngiltere hükümeti Kıbrıs'ın uluslararası bir platforma taşınmasını engellemek isteğindedir. Konferansla hedeflenen, sorunun 'sömürgeci İngiltere' ve Yunanistan'ın değil, Türkiye ile Yunanistan'ın gündemi olduğunun ispatlanmasıdır. Foreign Office bürokratlarının iadesiyle, 'Türkler pasif durumlarından uyandırıldıkları zaman Kıbrıs, BM'nin gündemine girmeyecekti.' Konferanstan önce MacMillan, Türk delegeleriyle görüşerek Yunanistan'a karşı uzlaşmaz bir tavır sergilemelerini ister: "Türkler görüşlerini ne kadar sert ifade ederse o kadar olumlu olur." Politik ve ekonomik krizdeki Menderes hükümeti, kamuoyunun ilgisini Kıbrıs'a çekmeye çalışır. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, MacMillan'ın isteği doğrultusunda konferansta sert bir açılış konuşması yapar; eğer Atina Kıbrıs tavrında değişiklik yapmazsa, Türkiye de Lozan Antlaşması'nı tekrar gözden geçirecektir. Türkiye'nin bu katı tutumu Yunan delegelerini şaşırtır ve İngilizleri sorumlu tutmalarına yol açar. Olayların patlak verdiği 6 Eylül'de Londra'daki konferans dağılır. Yunan basınına göre olayların sorumlusu İngiltere'dir; nitekim arşivlerde İngiltere'nin 6-7 Eylül olaylarının planlanmasında bir katkısı olduğuna dair ipuçları mevcuttur. Örneğin Atina'daki İngiliz Büyükelçiliği'nin Yunan-Türk dostluğunun çok yüzeysel bir vaka olduğuna değinen ve küçük bir şokun, örneğin Selanik'teki Atatürk'ün evinde meydana gelecek küçük bir tahribatın derhal ilişkiyi zedeleyeceğinden bahseden Ağustos 1954 tarihli bir beyanı söz konusudur. İngiliz Dışişleri'nden bir bürokrat ise daha açık ifadeyle 'Ankara'da meydana gelecek birkaç olayın aslında işlerine çok yarayacağını' belirtir. İngiliz Milletvekili John Strachy de Türkiye'nin aslında Kıbrıs'ın Yunanistan'a verilmesinden çekinmemesi gerektiğini, çünkü garanti olarak İstanbul'da büyük bir Rum azınlığı olduğunun altını çizer.

Yumuşak protesto İngiltere'nin olayların hemen ardından verdiği tepki de dikkat çekicidir. Dışişleri Bakanı MacMillan, Türkiye'ye, zarar gören İngiliz vatandaşların tazminat haklarının ertelenmesini öngören yumuşak bir protesto çeker. Foreign Office de İngiliz basınında İstanbul'da yaşayan İngilizlerin de büyük zarar gördüğünün altının çizilmesini ister. Böylelikle İngiltere'nin olayların planlanmasında bir rolü olmadığı kanıtlanmak istenmektedir. 6-7 Eylül olaylarında İngiltere için en büyük başarı Amerika'nın Kıbrıs politikasının değişmesidir. Yunanistan 1955 baharında Kıbrıs meselesini BM gündemine getirmek istediğinden söz ettiğinde, hükümeti bu planı desteklemeye eğilimli olan Amerika, olaylardan sonra ise NATO üyesi bu iki ülkeye aynı içerikte sert bir protesto çeker ve BM'de Kıbrıs konusunun gündeme gelmemesi için lobi çalışmaları başlatır. İngiltere amacına ulaşmıştır. 23 Eylül 1955 günü BM'de yapılan oylamayla, Kıbrıs sorunu gündem maddesi haline getirilmez. 6-7 Eylül olaylarının kimler tarafından gerçekleştirildiği sorusunu cevaplamak için devletin fail olarak suçladığı kesimden başlanabilir. Sıkıyönetim ilan edildikten sonra İstanbul'da 5 bin 104, Ankara'da 300, İzmir'de ise 170 kişi tutuklanır. Hükümetin yaptığı ilk açıklamaya göre 'gençlik' Selanik'teki patlamalarla ilgili bir miting düzenlemiş, komünistler de bundan faydalanıp tahribat yapmıştır. Hükümet, 10 Eylül 1955'te sıkıyönetim dolayısıyla üç bölgeye ayrılmış İstanbul'da Beyazıt, Beyoğlu ve Kadıköy askeri mahkemeleri olmak üzere üç ayrı mahkeme kurar. Hâkimler, özellikle polislerin faillerle ilgili hiçbir kanıt toplamamış olmasından şikâyetçidir. Sol eğilimli şahıslar veya komünistler ise polis tarafından rastgele hazırlanmış bir listeye göre tutuklanır. Listede, ölmüş veya askerde olan kişiler bile vardır. Tutukluların çoğu Aralık 1955'te serbest bırakılır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, muhalefet lideri İsmet İnönü'nün, hükümeti ağır bir dille eleştiren ve gerçek suçluları takip yerine suçsuz vatandaşlara işkenceyle suçlayan konuşmasıdır. Menderes, bu konuşma için İnönü'ye, "Paşam vatan bu konuşmayı affetmeyecek" diyecektir.
6-7 Eylül olayları iktidardaki Demokrat Partisi, Milli Emniyet Hizmetleri (MAH), öğrenci/gençlik dernekleri, sendikalar ve Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin (KTC) işbirliğiyle organize edilmiştir. Görünürde öğrenci dernekleri tarafından resmi olarak Ağustos 1954'te kurulan KTC'nin amacı Kıbrıs konusunda Türkiye'nin pozisyonunu desteklemek ve kamuoyu yaratmaktır. Fakat aslında Londra'daki Türk büyükelçiliğinin telkiniyle hükümet tarafından kurulmuş olan bu derneğin yönetiminde şu adlar görülür: Hikmet Bil (Hürriyet gazetesi yazıişleri müdürü ve avukat), Hüsamettin Canöztürk 'Milli Talebe Federasyonu Başkanı), Orhan Birgit (gazeteci), Ziya Somer (öğrenci) ve gazeteci olduğunu öne süren Kamil Önal. Dernek, kuruluşundan itibaren hükümetle yakın işbirliği içinde olmuştur. Örneğin Hikmet Bil, Menderes ve Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü'ye 1952 Atina gezisinde -Menderes'in özel isteğiyle- refakat eder. Her ne kadar Bil derneğin halktan bağış toplayarak 'Kıbrıs davası' için hükümete teslim ettiğini öne sürse de, aslında tersine devletin desteği söz konusudur; KTC'ye kuruluş yılında 350.bin TL, daha sonra da her sene 200.bin TL ödenir. Sadece gazeteci değil, aynı zamanda MAH üyesi olan bir diğer idare heyeti üyesi Kamil Önal ise KTC'den önce, Ermeni ve Kürtlerin aktivitelerini gözlemlemek üzere Suriye'de görev almıştır. KTC aynı zamanda öğrenci ve gençlik dernekleriyle de yakın ilişki içindedir. Örneğin Türkiye Milli Talebe Federasyonu Başkanı Hüsamettin Canöztürk KTC'nin idare heyetindedir ve dernekte öğrenci sayısı bir hayli yüksektir. KTC'nin diğer bir ayağını teşkil eden sendikalar da o dönemde hükümet tarafından finanse edilen ve ideolojileri devlet tarafından belirlenen örgütlerdir. KTC ile sendikalar arasındaki işbirliği, KTC şube başkanlarıyla sendika başkanlarını aynı kişilerin teşkil etmesine kadar gidebilmektedir. Tekstil Örme Sanayii İşçileri Sendikası Başkanı Bahir Ersoy, hem Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı'nın (TMGT) başkanı, hem de KTC'nin kuruluş üyesidir. KTC Paşabahçe şubesinin idare meclisi de Paşabahçe Cam ve Şişe Sanayii İşçileri Sendikası'nın idare heyetince oluşturulmuştur. Motorlu Taşıt İşçileri Sendikası İdare Meclisi Üyesi Fethi Çelik aynı zamanda KTC'nin Karagümrük şubesi idare meclisine, Su İşçileri Sendikası üyesi Kemal Nadi, Fatih şubesi idare meclisine üyedir. YARIN: Aslında küçük çaplı bir olay planlanmıştı...
'Annem başörtüsü taktı, Türk sandılar' İSMAİL SAYMAZ İSTANBUL -
Kumkapı'da, iki katlı kâgir evinin önünde, yarım yüzyıl önceki kâbusu anlatıyor, Sarkis Çerkezyan. Gizli TKP üyesiydi. Kumkapı'da iki marangoz dükkânı vardı. Evi Yedikule'deydi. "Anneme, Müslüman kadınlar gibi görünsün diye beyaz başörtüsü taktık. Pencereye bir bayrak uydurduk. Kapıya oturdum. Kalabalık bir grup önümden aktı. Kiminin elinde bir top kumaş, kiminde bir makine parçası vardı. Bütün cadde eşya doldu. Sadece Rum evlerini değil, tüm gayrımüslimlerinkini yağmaladılar. Yedikule Caddesi üzerindeki bir kiliseyi ateşe verdiler. Kıvılcımlar bizim evin üstüne düşüyordu. Caddede üç kişi durdu. Bizim eve bakıyorlardı. Yanlarına gittim, 'Bu evin sahibi Ermeni. Şimdi Florya'da yazlıkta. Aşağıda ben varım, hatırlatırım' dedim. Annem Müslüman bir kadın gibi kahve pişirdi. İçtik birlikte... Yağma saatler sürdü. Gece yarısına kadar kapıdan ayrılmadım. Sonraki gün dükkânıma gittim. Kepenkler kırılmış, dükkâna girilmişti. Benim dükkâna komşum Laz Mehmet girmiş. Sabahları birlikte çay içerdik. Çok ağrıma gitti. Evet, 6-7 Eylül'de çok çektik. Ama bu halkın çok iyiliğini gördük. Tehcirden kaçıp Karaman dağlarına çıkan babamı, idam fermanı olmasına rağmen sakladı Türk köylüsü. Eşimin cenazesine ta Silifke'den geldiler. Ermenistan'a yerleşecektim, bırakıp da gidemedim. Hem hanım istemedi hem de 'yoldaşlarım' bırakmadı. Çünkü büyük düşlerimiz vardı."
Tanıklar anlatıyor:
Beyoğlu'nu yıktılar siz duruyorsunuz... "Üç parti olarak geliyorlardı. İlk parti bağırıyor çağırıyor, ikinci parti Rum dükkânlarını kırıyordu. Kepenkler kolay açılmıyordu. Hazırlıklıydı bu iş, ellerinde demir sopalar, kepenkleri deldiler, açtılar, neler varsa hepsi yere döküldü. Üçüncü parti hırsızlık için geliyordu. Ve çanlar çalıyordu, kiliselere girdiler, çanları çalıyorlardı. 12'ye kadar yani... Nasıl yaşadık, tarif edemem." Rumlar 1953-1954 yıllarında Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakı istemiyle adada Türklere ve İngilizlere yönelik şiddete başlarlar. Kısa sürede 'Kıbrıs sorunu' milli bir dava haline döner. "O yıllarda ekonomik durgunluk vardı, enflasyon artıyordu. Müthiş bir darboğaza girdi Türkiye, darboğaza girince, halkın (ilgisini) başka bir tarafa çekmek icap etti." Birbiri ardına Kıbrıs sorununu sahiplenen dernekler kurulur. Ulusal basında başlatılan bir kampanya ile Patrikhane ve Rumlarla ilgili yayımlanan olumsuz haberler, vatandaşların 'Ya Taksim, ya ölüm' sloganları ile İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde mitinglere zemin hazırlar. Takvimler 1955 yılını gösterdiğinde, 'Kıbrıs sorunu' iç ve dış politikanın en önemli tartışma konusu haline gelir. Ağustos sonunda başlayan ve İngiltere'nin davetiyle düzenlenen Londra Konferansı'nda adanın ve garantör devletlerin statüleri tartışılır. Konferansın ikinci tur görüşmeleri başlamadan bir gün önce 4 Eylül günü Kıbrıslı Türkler, Rumların adada yürüttükleri Enosis politikasını mitinglerle protesto ederler.
6 Eylül, öğle saatleri 6 Eylül günü, Selanik'teki Atatürk'ün evinin bombalandığı haberi İstanbul'a ulaştığında Başbakan Adnan Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay öğle yemeğinde beraberdir. Menderes, haberin radyodan duyurulması talimatını verir. İstanbul Ekspres gazetesi de ikinci baskısını yaparak haberin tüm İstanbul'da duyulmasını sağlar: "O gün Dolmabahçe'deki maçtan çıktık, kapıda akşam gazeteleri vardı. Ekspres, büyük başlık atmıştı, 'Atamızın evi bomba ile hasara uğradı' diye. Herkeste büyük bir infial doğdu. Fakat sonradan öğrendik ki, Atatürk'ün evine bombayı koyan MİT'miş." (72 yaşındaki emekli bankacı H.Ö., Tarihe Bin Canlı Tanık) Kıbrıs sorunuyla ilgilenen dernekler bu haberi kısa sürede duyar ve misillemeye yönelik açıklamalar yaparlar. Tepki sokağa dökülmeye hazırdır ve aynı gün, akşamüstü derneklerin örgütlediği büyük bir grup Taksim'e yürüyüşe geçer. İlerleyen saatlerde 'Ya Taksim, ya ölüm', 'Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır' sloganları ile yürüyen gruplar ilk olarak Rum gazetelerinin bürolarına saldırır. "O akşam sinemadaydım, meğer ki gündüzden beri hazırlıklar varmış, Süreyya Sineması'ndaydım, film oynarken durdurdular filmi, biri çıktı sahneye bir şeyler söyledi, 'Ne alakası var' dedik, yine de aymadık, çıktık ki millet caddelerde!" (71 yaşındaki eczacı M.S., Tarihe Bin Canlı Tanık) Ancak Müslüman ailelerin bir kısmı o gece olacaklardan haberdardır: "Haber geldi bize, bu gece bir şeyler olacak dediler, biz korktuk sanki bize olacakmış gibi. Manol'un kurukahve dükkânını, Rum gazinolarını kırdılar. Rumların nesi varsa hepsini kırdılar. Yervant vardı, o Yahudi'ydi, onun mefruşat dükkânının camlarını kırdılar, yırttılar kumaşları; topları böyle arabaların arkalarına bağladılar, arabanın biri bu tarafa gitti biri şu tarafa, yırttılar onları." (60 yaşındaki ev kadını M.Y., Akdeniz Sesleri)
'Korkmayın, biz buradayız' "Olaylar bizim burada, Büyükdere'de de başlayınca, gayrimüslim komşularımız tedirgin oldu, biz de onları evimize aldık. Babam kiliseye takıldı. Ama yine de arkadan girip yakmışlar kiliseyi. Sabaha kadar nöbet tuttuk. Başka yerlerden motorlarla gelenler oldu." (84 yaşındaki müteahhit S.O., Akdeniz Sesleri) "Büyükdereli gençlerin, bizlerin Rum arkadaşlarımız vardı. Ben o zaman kulüp başkanıydım, Rum çocukları çağırdım, 'Telaş etmeyin biz buradayız, size bir şey yaptırmayız' dedim. Korktular, sindiler, dövecekler, parçalayacaklar, öldürecekler diye. Hiç unutmam Andon vardı, matbaacı. Apostol vardı sonra. Beyaz Park'a doğru sahilden yürüyoruz beraberce, bu arada haberler geliyor, Beyoğlu'nu şöyle yıktılar, böyle parçaladılar. O sırada bir araba geldi, kırmızı vişneçürüğü renginde. Arkasından upuzun kumaş parçası, sürünüyor yerlerde. Tam parkın önünü dönerken, arabanın içinden, 'Ne duruyorsunuz lan Beyoğlu'nu yakıyorlar, Rumların yerlerini yıktılar, siz duruyorsunuz!' dediler. Araba hızla gitti. Andon'a dedim ki, 'Sen merak etme', evine bıraktım onu. Kilisenin kapılarını kırmışlar, çok güzel ikonalar vardı, hep parçalamışlar, yerlere atmışlar." (Emekli bankacı H.Ö.)
Kiliseler de yağmalandı Şehrin dört bir yanında, evler ve işyerleri yağmalanırken, kiliseler de ateşe verilir; hatta bazı gayrimüslim mezarlıkları parçalanır. Balıklı Rum Kilisesi'nin papazı öldürülür. 'Kiliselere girdiler, bidonların içine gaz doldurdular, kiliseleri yaktılar, 'Burası Rum kilisesi' dediler. Samatya'daki kiliseye girmişler, orayı da tarumar etmişler. Sanmışlar ki, o da Rum kilisesi, kilise ya! Mahmutpaşa'yı berbat ettiler. Onlar sandılar ki bütün şeyler dükkânlar Rum'du, halbuki Ermeni de vardı orda. Genel olarak Ermeni kilisesine dokunmadılar, ne patrikhaneye dokundular, ne Kumkapı'daki kiliseye dokundular. Tertipti, tertip şöyle ki 'Aileye dokunma, mala dokun', aileye dokunmadılar. Geldiler, ne varsa yıktılar, radyoları aşağı attılar, buzdolaplarını aşağı attılar. Çapulcular, Rumların kadınlarının ellerinden, yüzüklerini, bileziklerini aldılar. Dışarıdan gelenler, 'Hangisi Ermeni evi, hangisi Rum evi?' diye soruyorlardı. Bizim yanımızdaki ev Rum'du, onu tarumar ettiler." Olaylar yağma ve talana dönüşür. "Bizim köşedeki mezeciye, sütçü Argiri, saldırdılar. Bahariye Caddesi ve Altıyol'dan aşağı kumaş dükkânları ve kuyumcular yağma edildi. Ben gözümle gördüm kaşarpeyniri imalathaneleri vardı, kaşarlar denize yuvarlanarak gitti. Kumaş yığınlarından, tramvaylar çalışamadı." (67 yaşındaki şoför A.İ.T., Akdeniz Sesleri)
YARIN: Ertesi gün İstanbul kokuyor

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder